NEŞTER USTALIĞINDAN KALEM ÜSTADLIĞINA BİR ÖMÜR:
PROF. DR. CEVAT HEYET
Prof.Dr. Ali Kafkasyalı Yazdı...
Millî kimlik bilincinin oluşturulması ve şekillenmesinde Türk Dünyasının ulu çınarlarından biri olan, Uluslararası Cerrahlık Akademisi’ne üye büyük bir tıp doktoru olmasının yanında, dil, edebiyat, tarih alanlarının da kıymetli bir ismi olarak tanınan Prof. Dr. Cevat Heyet, 12 Ağustos 2014 günü ömrünün 90. yaşında tedavi gördüğü Bakü 'de Hakk'a yürüdü.
Yakınlarının ve dostlarının büyük gayretlerine rağmen merhumun naşının Tebriz'e götürülerek yüzlerce ulu Türkün yattığı Makberetü'ş-Şüera'ya defnedilmesine Tahran hükümeti tarafından izin verilmedi. Azerbaycan Millî İlimler Akademisi'nin salonunda katafalka konulan merhum iki gün boyunca binlerce dost ve sevenleri ziyaret edildi. 15.08.2014 Cuma günü de bahsi geçen salonda yapılan törenden sonra Bakü "Fahri Hiyaban" mezarlığında Haydar Aliyev'in, Elçibey'in ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında Tebriz merkezli Bağımsız Azerbaycan Hükümetini kuran Mir Cafer Pişeverî'nin kabirlerinin arasına defnedildi.
24 Mayıs 1925’te Tebriz’de dünyaya gelen Heyet, Tebriz’in sevilen ve sayılan şahsiyetlerinden Mirza Ali’nin oğludur. İlk ve orta öğrenimini Tebriz’de, lise öğrenimini ise askeri bir okulda birincilikle tamamlamıştır. Yükseköğrenim görmek için Tahran Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girmiş; 1943 yılında, daha ikinci sınıfta iken Türkiye’nin daveti ile İstanbul’a gelerek üniversite öğrenimine burada devam etmiştir. İstanbul, pek çok ilmî zenginliğin ve medeniyetlerin kavşak noktası olması sebebiyle Cevat Heyet’in dünya görüşünü şekillendirmesinde önemli bir kaynak olmuştur.
Tıp fakültesinin başarılı ve seçkin öğrencilerinden biri olan Heyet, sadece tıp tahsili ile yetinmemiş, çocukluğundan itibaren ilgi duyduğu tarih ve edebiyat alanlarıyla da yakından ilgilenmiştir.
1946 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden başarıyla mezun olmuştur. İhtisas yapmak için aynı üniversitede kalmış; aynı yıl ilk ameliyatını gerçekleştirmiştir. 1949 yılında Paris'e gitmiş ve üç yıl da orada ihtisas yapmıştır. 1952 yılında "Yüksek Mütehassıs Cerrah" olarak İstanbul'a, oradan da kendi ülkesine hizmet etmek için Tahran'a dönmüştür. Bir yıl boyunca Hidayet ve Adliye devlet hastanelerinde cerrahi klinikleri kurmuş ve bu kliniklerin başkanlığını yapmıştır. Daha sonra "Cavid" adlı özel bir hastane kurarak hizmetini ve çalışmalarını burada devam ettirmiştir.
Başarılı hekimlik hayatını, 1961 yılında damar tıkanıklığı üzerine çıkardığı önemli bir kitapla taçlandırmış,1963 yılında da "Danéşé Pézéşki" adlı aylık bir tıp dergisi çıkarmaya başlamıştır. Ayrıca 1965 yılında tıp fakültesinde ders kitabı olarak okutulmak üzere "Umumî Cerrahlık" adlı kitabını yazmıştır.
Büyük bir çaba sonucunda 1954'te İran'da kapalı kalp ameliyatını, 1962'de de ilk açık kalp ameliyatını yapmıştır. 1968 yılında yine Tahran'da ilk defa böbrek naklini gerçekleştirmiştir. Bu başarılı çalışmaları ile dünyaca tanınan bir isim olmuş, birçok milletler arası teşkilât gibi Paris Milletler Arası Cerrahlık Akademisi de onu 1983 yılında üye ilan etmiştir.
İran’ın kalp cerrahisi ilmiyle tanışmasını sağlayan Cevat Heyet tıp alanındaki bütün bu çalışmalarını sürdürürken ruhunun ve aklının sürekli meşgul olduğu İran Türk halkının dili, tarihi ve edebiyatı hakkında yaptığı araştırmalarını da ortaya koymak istemiş ancak Şah rejiminin zulmünden ötürü ertelemek zorunda kalmıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi ile birlikte İran Türklerine bazı haklar tanınınca “edebiyat aşkımdır” ifadesiyle çıktığı bu yolda da faaliyetler göstermeye başlamıştır.
1979 yılından itibaren 20 yıl boyunca kesintisiz olarak "Varlık" dergisini Türkçe ve Farsça olarak çıkarmıştır. Tarih ve Türkoloji sahasında birbirinden önemli eserler kaleme almış; Azerbaycan Türkçesi, edebiyatı ve tarihi, Türk halklarının tarihi ve edebiyatı, Türk halklarının folkloru, İslâm dinî ve tarihi gibi konularda sayısız eser yayımlamıştır.
Otuz yılı aşkın yazın hayatına tıp, dil, edebiyat ve tarih sahasında yirmiden fazla kitap, onlarca bilimsel toplantıda sunulan bildiri ve üç yüzden fazla makale sığdırmıştır.
Başta İran Türkleri olmak üzere Azerbaycan ve Türkiye Türklerinin dil, tarih, edebiyat kültür ve medeniyetinin dünyada tanınmasında ve yayılmasında büyük rol oynayan Heyet’in çalışmalarının Türk dünyası için bir enstitüden daha fazla hizmeti olmuştur.
1993 yılında Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Korkmaz HAKTANIR’la Tahran’da Türk Kültür Merkezini açmış ve İranlı öğrencilerin Türkiye’de öğrenim görmelerine katkı sağlamıştır.
Üstat Cevat Heyet'in aziz hatırası Türk dünyası var oldukça yaşayacaktır.
Mukayesetü’l Lügateyn (İki Dilin Mukayesesi) ve Türk Dilinin ve Lehçelerinin Tarihî Seyri isimli kitapları Türk Dil Kurumu yayınları arasında basılan Heyet’in yayımladığı eserlerden bazıları şunlardır:
1. Azerbaycan Edebiyatı Tarihine Bir Bakış I. cilt, Tahran-1980.
2. Mükayesetü'l-Lügateyn, (İki Dilin Mukayesesi) Tahran-1984.
3. Türklerin Tarih ve Medeniyetlerine Bir Bakış, Tahran-1987.
4. Azerbaycan Şifahî Halk Edebiyatı, Tahran-1988.
5. Azerbaycan Edebiyatı Tarihine Bir Bakış, II. cilt, Tahran-1990.
6. Tarih-i Zeban ve Lehçehaye Torkî (Türk Dili ve Lehçelerinin Tarihi - Farsça) ,Tahran-1987.
Hey'et'in eserleri, Azerbaycan, İran, Amerika gibi ülkelerde de yayımlanmıştır.
Cevat Hey'et'in yazılarından örnekler:
Prof. Dr. Cevat Heyet'in yazılarından birkaç paragraf:
Üstat, "Azerbaycan Edebiyatı Tarihine Bir Bakış" adlı eserini şu cümlelerle takdim etmektedir:
"Bu eseri yıllar boyunca millî sitem altında yaşayan ve ekseriyet olduğu hâlde ekalliyet haklarından da mahrum kalan halkıma ve halkımın büyük şairi Sehend'in aziz hatırasına yürek dolusu keder ve sevgi ile takdim ediyorum."
Aynı eserin girişinden birkaç paragraf:
"Korkuyorum genç nesil bu büyük davanın, derin anlamını yeteri kadar anlamasın. Düşmanlarımız, uzun zamanlar bizim kimliğimizi belirli kılan en küçük kanıtı bile silmek, ortadan kaldırmak ve bu da mümkün olmayınca tabir ve tefsir yoluyla en zayıf rivayete dayanarak en açık delilleri geçersiz yapıp unutturmak istedikler. Bu işte bilerek ve harita üzerinde hıyanet edenler olduğu gibi hakim çevrenin genel atmosferine uyarak da o yolu gidenler çok oldu.
Bu düşmanların ve düşmanların dostlarının tabiîdir ki en baş hedefleri dilimiz idi. Elbette ki dili inkâr edebilseler, edebiyatımız ve onun tarihi de kendiliğinden ortadan kalkar.
Dediğimiz gibi en baş hedefleri dilimiz idi. Ona birkaç yönden saldırıya geçtiler. En başta Azerbaycanlı aydınların Fars dili ve kültürüne besledikleri samimi ve derin ilgiyi istismar ettiler. Kötü yönde kullandılar. Bu ilgiyi istismar ederek kendi ana dillerine karşı soğukluk oluşturmak istediler.
Ana dilde eğitim ve öğretim mümkün olmayınca ve dil sadece günlük, sathî münasebetlere hasredilince, kelimeler unutulur, hazinesi tükenir, dil yoksullaşır. Bu durum sonradan aydınların başına kakınç olur. Sinsice yapıldığı için bu çirkin ve alçak tebliğe inanılır.
...
Hakaret hissi ile kendini ve dilini inkâr etmeğe başlar. Çocuklarına eskiden beri koydukları güzel adlar yerine Azerbaycan Türkü'nün ağzında doğru telaffuz edilemeyen Fars ve Avrupa adları koyarlar. Çocukları ile ana dillerinde konuşmazlar. Sonunda 'iki mescit arasında bînamaz' durumuna düşerler. Yani kimliksiz, şahsiyetsiz, 'haymatlos' olurlar.
Bu cinayeti doğru göstermek için İranlılıkla Farslığı eş anlamlı göstermek hıyanetine kadar gidildi. Hâlbuki, İranlılık bu memlekette yaşayan bütün halkların şanlı ve ortak sıfatıdır. Azerbaycan Türkü kendine has dili ve kültürü ile ve daha başka imtiyazları ile, İranlılıkta Farslardan bir milim bile geride değildir. Biz bunu sözle, laf u güzafla yok, fiilî olarak tertemiz kanımız, sayısız kahraman ve şehitlerimiz, uzaklara gitmeye gerek yok, Settar Hanlarımız ve Hiyâbanilerimiz ile binlerce defa ispat etmişiz.
Ne ise bu şartlarda hayasızca, edepsizce ve utanmadan İranlılığı Farslığın tekelinde tutmak, başka halkları Farslılaştırmak, asimile etmek, inkılabımıza kadar devam etti. Burada bu siyasetin siyasî, sosyal, ekonomik ve jeopolitik yanlarını bir tarafa bırakarak meseleyi dil, edebiyat, kültür yönünden incelemeye çalışacağız.
İran halklarının bu güne kadar doğru dürüst bir tarihi daha yazılmadı. Tarih diye beyinlerimize sokuşturulan bilgiler Aryanî şovenizminin hizmetinde olan tebliğlerden öteye geçmemektedir. Bu tarihte halk kütleleri yok, padişahlar defilesi, geçidi vardır. Hatta bu resmî portreler galerisinde Fars olmayan çehreler haddinden fazla kötü tasvir edilmiştir. Tahrifatlar bununla da sınırlı kalmaz. Fars olmayan halklar "düşman" veya "vahşi" adlandırılır. Göçebe halk küçümsenir. Onların olumsuzlukları büyütülür, abartılır, iyi yanları ise görmezden gelinir.
Büyük bilim adamları, şairler, mürşitler, bütün ulu simalar hakkında farklı yorumlar yaparlar. Bir şair şiirlerinin onlarca yerinde açık olarak "Tebrizliyim" dese ve Farsça'nın yanında Türkçe gazelleri mevcut olsa yine de bahane bulup "Saib Tebrizî" değil "Saib İsfahanî" diye israr ederler. Mûsikîde "Bayat-ı Türk"ü "Bayat-ı İsfahan"a çevirirler. Genceli Nizamî'yi yine sudan bahaneler Kumlu göstermeye çalışırlar.
Onlar bu yolda her şeyi mubah sayarlar."