Kalabalıkları hep karanlığa benzetmişimdir. Arı yiyerek bal tadı alan şuursuz iştahlar gibi. Ama
hep kalabalıklar içindeyizdir.
Kendimiz ay, kalabalıklarımız karanlığımızdır.
Hoş görümüz güneşe benzer… En karanlıkta en fazla pırıldayan güneş!.. Nazım yüreğidir bu…
Yılanların hafıza sakladığı köyde, Irazca’nın taş kırdığı yürektir bu…
Geceye fırça süren renk seçmez…
Ben onlardanım işte… Zıddım yoktur, benzerim yalaka değildir. Efkarım yallahta değildir,
nede Nemrudum kuyrukta… Dostlar inanın yeminim de vallahta değildir…
Odunlarımı hasta tenimdeki ateş tutuşturur. Keyfimi sineklere vermişimdir, vızır vızır tatlıcı
camlarında ritm tutan sesler keyfimin kalabalığıdır. Dedim ya: Ben bütün firarilerin
sılasıyım…
Ben Felsefenin azad ettiği Mahkum!.. Bütün çığlıklar bende susar, bütün yazmayan
kalemlerin özgürlüğüyüm!.. Harita sarılı namlular, yetim çığlıklarının aktığı gurbet pınarları,
sıla arayan turna, kıyı arayan kıble rüzgarı, hepsi benim hikayemdir.
Bu yüzden, karanlıkta ay ekip, şafakta güneşi hasat edecek yarınların adıyım ben…
Dedim ya: Ben vicdanımın ve bilgimin vaadiydim. Bu yüzden her nehir, her yol, her hasret
beni tanır…
Dedim ya: Kaygılarına ad koyamayan, düşeceği yeri seçemeyenler, kırpık serçeler, kitleler
halinde çöp kutularına atılıyor. Buralar medeniyet ‘kafe’leri…
Dünyada olup bitene “vay!..” bile diyecek kadar hayıflanamayan bu gençlik şimdilerde saçlarını taraya taraya dökmekle
meşgul. Sen kollarında yumruk taşısan bile, ne yazarsın be, marangoz çıkması!..
Ben Felsefenin Azat Ettiği Mahkum…
İstedim ki, su kadar, dağlar kadar özgürlük kadar beni sizde tanıyın…
Bugün mehtap tövbeli bir afüştenin matlaşmış tırnak cilasına benziyor…
Balığa çıkan sandallarda panik! Balığa çıkan sandallardan mehtaba çarpmayan yok… Şehre bakıyorum,
karanlık bir kuyu gibi. Kim kazmışsa her ev bir cebe benziyor. Ne mutsuzluktan iri huzur var,
ne dedikodudan iri şarkı…
Anladınız ya, bugün keyfim yok…
Bugün Nejat’la kıyıya vuran iki yunus gibiyiz. Yüzgeçlerimizi tamir etsin diye Menderes
caddesine gittiğimiz kundura tamircisi de kesmedi!..
Döndük mekana! Gülümsüyoruz.
Tavasında nefis Kayalar kızaracak yarınlardan bahsediyoruz. Uğurun kedisi artık çapkınlık
yapamayacak. Gülümsemekten başka aspirin yok bu eczanede. Eczane sahibi gibi ahkamda
biri daha var!..
‘Öylemi’ diye sıcak nüktelerle soğuk hatıraları tuzlayan bir Selahattin… Bugün yine misafirleri vardı!.. Geç geldi erken kalkacak…
Her neyse… Bugün kahvehanedeki arkadaşların dudakları mezar taşları gibi. Kimse keyfinde
samimi değil.
Mahmut arıyor… Birkaç kelam yazmak lazım. Bu kahvehane anahtarı bu konağın kapısını
açmaz ya, yinede deneyelim…
Her neyse!..
Allah var, gam yok…
Vesselam…