Sakık, tutuklu ve mahkumların açlık grevi ne yatmasının sanıldığı gibi bireysel bir eylem olmadığını, bu isteğin Kandil'de kararlaştırıldığını, BDP içinde gizlenen KCK'lılar tarafından örgütlendiğini ve şu anda BDP yöneticileri tarafından yönetildiğini söyledi.
Cezaevi yaşantısını anlatan Sakık, hapse düşen terör suçlularının yoksul ve sahipsiz kalmamak için örgüte sığındıklarını, ancak bunun karşılığında örgütün talimatlarını uygulamak zorunda olduklarını ifade etti. Sakık, bu nedenle 600 dolayındaki mahkumun gelen emre itiraz etmeden açlık grevine başladığını dile getirdi. Devletin mahkumları örgütün baskısına karşı koruması gerektiğini kaydeden Sakık, anlamsız ölüm orucu nun bitmesi için eylemcilerin hastaneye kaldırılmasının yeterli olacağını aktardı. Sakık ayrıca sevdiği kadının da örgütün talebiyle açlık grevine başlamasının muhtemel olduğunu ve onun için endişe duyduğunu belirtti.
"BUNUN KARŞILIĞINDA ÖRGÜTÜN..."
Sakık'ın ölüm orucuyla ilgili değerlendirmeleri şöyle: "Dışarıdaki BDP'liler, riskli bir eylem söz konusu olduğunda kimi arazi olur, kimi 'oturma eylemi', 'yürüyüş', ya da 'açık hava toplantısı' gibi eğlenceli eylemleri gündeme getirir. Ama hapse düşenlerin böylesi imkanları yoktur. Sadece iki seçenekleri vardır: Ya benim gibi büyük risk alarak kendi ayakları üzerinde durmayı ya da çoğunluğun yaptığı gibi örgüte dayanmayı tercih ederler. Benim gibiler çoğunluk tarafından hırpalandıkları için yalnız, yoksul ve yoksun kalırlar. Sahipsiz oldukları için en katı tecridi yaşarlar. Ama bunun karşılığında ruh özgürlüğü kazanırlar. Güçsüzlüklerinden ve çaresizliklerinden dolayı örgüte sığınanlar ise görece rahat bir 'yaşam' sürdürürler. Ama bunun karşılığında örgütün kararlarını uygulamak zorunda kalırlar. Dolayısıyla şu anda cezaevinde iki çeşit insan vardır: Özgür ruhlular ve zorunlu ruhlular. Özgür ruhlular en azından cezaevinde de olsalar istedikleri gibi yaşarlar. Zorunlu ruhlular ise örgüt ölçüleriyle yaşar, örgüt istekleri doğrultusunda davranırlar.
GELEN EMRİ UYGULUYORLAR
Haliyle şu anda 600 civarında tutuklu ve hükümlünün katıldığı açlık grevi eylemini, Tiran istedi. Bu istek Kandil'de kararlaştırıldı, BDP içinde gizlenen KCK'lılar tarafından örgütlendi ve şu anda BDP yöneticileri tarafından yöneltiliyor. Örgütün tutsağı ve de köleleri gibi yaşayan tutuklu ve hükümlülerin söz konusu karara itiraz hakları ya da dışarıdakilerin yaptığı gibi yan çizme imkanları yoktur. Emir geldi ve onlar da bu emri uygulamak zorunda kaldılar. Aksi halde ya 'hain' ilan edilip saf dışı edilir ya da geçmişte sıkça yapıldığı gibi şişlenirlerdi. Dolayısıyla tek bir tutuklu ve hükümlünün bireysel kararıyla greve iştirak etmesi söz konusu değildir. Haliyle 'eylemcilerin sesi' tanımlaması büyük bir yalandan ibarettir. Çünkü örgüt tarafından boğazlanan bu insanların ne sesleri, ne de solukları kalmıştır.
DERTLERİ KÜRTLÜK DEĞİL RANT SAĞLAMAK
Bilinmelidir ki, bu olayda mesele ne Kürtçülüktür ne de Tiran sevgisidir. Kürtler adına siyaset yaptıklarını söyleyen çoğu insanın Kürtlük dertleri hiç olmadı. Bu çevrelerin Tiran'a duydukları nefret ise sevgiden daha yoğundur. Mesele sadece ve sadece rant sağlama ve paylaşma meselesidir.
MAHKUMLAR ÖRGÜTTEN KORUNMALI
Devlet, tutuklu ve hükümlüleri örgütten korumalıdır. Açlık grevine zorlanan insanların ölmelerine ya da sakat kalmalarına daha fazla seyirci kalınmamalı. Devlet, İmralı ya da örgüt zırvalarına değil, sağduyulu herkesin ve özellikle bölge halkının sesi olan bu babaların feryadına kulak vermelidir. Yani hiçbir biçimde 'Hayata Dönüş Operasyonu'na benzemeyen bir yöntemle bu olaya müdahale etmeli ve ekmeğin silah olarak kullanıldığı bu katliamına son verilmelidir. Koşullar o kadar farklı ki, devlet bu olayı sonlandırmak için askerine ve polisine bile ihtiyaç duymayabilir, eylemcilerin hastaneye kaldırılması ve örgütle bağlarının kesilmesi bile çözüm getirebilir."