AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, AK Parti Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında, gündemdeki konulara dair açıklamalarda bulundu.
Ömer Çelik, partiden kesin ihraç talebiyle Merkez Disiplin Kurulu'na sevk edilen isimleri açıkladı.
PARTİMİZDEN İHRAÇ EDİLEN İSİMLER VAR
"Sizinle bugün, dün MYK'da aldığımız bazı kararları paylaşmak istiyorum. Birinci olarak AK Parti'nin tüzüğü ve ilkeleri çerçevesinde bir değerlendirme yaptığımızda bu değerlendirme sonucunda epey zamandır bazı şikayetler gelen arkadaşlarımızla ilgili olarak bazı kararlara vardık. Birincisi Adana Ceyhan Belediye Başkanı Alemdar Öztürk, Genel Merkez Yerel Yönetimler Başkanlığı tarafından hazırlanan rapor neticesinde eşini belediye Başkan Yardımcısı yaparak özel nüfus kullanmak, imar uygulamalarında menfaate dayalı iş ve işlemler yapmak, AK Parti ilkeleriyle bağdaşmayan tutum ve davranışlar sergilemek gibi tespitler neticesinde tüzüğümüzün 117’ye 1 maddesi ve devam maddeleri uyarınca partiden kesin ihracı için Merkez Disiplin Kurulu'na sevk edilmiştir.
İkinci olarak, Kahramanmaraş Elbistan Belediye Başkanı Durmuş Küçük. Yine Genel Merkez Yerel Yönetimler Başkanlığımız tarafından hazırlanan rapor neticesinde 7 Haziran ve 1 Kasım genel seçimlerinde il SKM ve ilçe SKM programlarına kasıtlı olarak katılmayıp, partimiz hakkında aleyhte sözlü ve fiili davranışlarda bulunduğundan ve AK Parti ilkeleriyle bağdaşmayan tutum ve davranışlar sergilediğinden, tüzüğümüzün 117’ye 1 ve devam maddeleri çerçevesinde tedbirli olarak partiden kesin ihracı için Merkez Disiplin Kuruluna sevk edilmiştir.
Ankara Ayaş Belediye Başkanı Bülent Taşan. Bu Belediye Başkanı da AK Parti ilkeleriyle bağdaşmayan iş ve işlemler yapması, ilçe teşkilatlarımıza AK Parti tüzüğüne ve ilkelerine aykırı olan davranışlarda bulunduğu şeklindeki tespitler neticesinde Yerel Yönetimler Başkanlığımızca hazırlanan bir raporun neticesinde yine tüzüğümüzün 117’ye 1 ve devamı maddeleri uyarında tedbirli olarak partiden kesin ihracı için Merkez Disiplin Kurulu'na sevk edilmiştir.
Bir diğeri, partimizin kurucu üyesi Yaşar Yakış, devlet içerisine nüfuz etmiş, ulusal güvenliğimizi tehdit eden legal görünümlü illegal yapının yayın organlarında yaptığı açıklamalarla tüzüğümüzün 117’ye 7. maddesinde düzenlenen parti yöneticileri, üyeleri veya parti tüzel kişiliği hakkında basın yayın araçlarıyla kamuoyu önünde gerçek dışı haber yaymak, iftira, hakaret, karalama ve küçük düşürücü beyanlarda bulunduğu için, AK Parti ilkeleriyle bağdaşmayan tutum ve davranışta bulunduğu tespit edilmiş olup, partimiz kurucu üyesi Yaşar Yakış’ın tüzüğümüzün 117’ye 1 ve devam maddeleri uyarınca tedbirli olarak partiden kesin ihracı için Merkez Yürütme Kurulumuz tarafından Merkez Disiplin Kurulu'na sevki kararlaştırılmıştır."
AK PARTİ'NİN KURUCU DEĞERLERİ VE İLKELERİ VAR
"Arkadaşlar, bütün şikayetler partinin ilgili birimlerinde değerlendiriliyor. Gerek vatandaşlarımızdan gelen şikayetler, gerek teşkilatlarımızdan gelen şikayetler, gerek sivil toplum örgütlerinden gelen şikayetler. Burada AK Parti’nin kurucu değerleri var, kurucu ilkeleri var bunlar bizi yaşatan ilkeler. O sebeple AK Parti’de siyaset yapmakla, AK Partili olarak AK Partili bir biçimde siyaset yapmak arasında fark var. AK Parti’de siyaset yapan arkadaşlarımızın, hepimizin AK Parti’nin kurucu değerlerine, AK Parti’nin gösterdiği ahlaki ve siyasi hassasiyetlere riayet etmek mecburiyetimiz var. Bu hem vatandaşlarımıza karşı AK Parti’nin kuruluşundan beri ifa etmemiz gereken bir borçtur. Ayrıca sürekli olarak AK Parti’nin ilkelerini korumanın AK Parti’nin siyasi hayatının devamlılığı ve bu ülkeye hizmet yapma kapasitesinin korunması anlamına geldiğini söylüyoruz. Eğer AK Parti’de bu ilkeleri korumazsak, o zaman AK Parti’nin siyasi misyonunun bir anlamı kalmaz. O sebeple sadece AK Parti’de siyaset yapıyorum diye hiç kimse alelusul davranamaz. Bu kurucu değerlere, genel prensiplere, ilkelere, ahlaki ve siyasi hassasiyetlere uygun davranmak durumundadırlar. Bu çerçevede çok kapsamlı raporlar hazırlanır, bunların üzerinden geçilir, defalarca çapraz teste tabi tutulur bu raporlar, çeşitli kaynaklardan araştırılır, kendi araştırmalarımızı yaparız ve en sonunda maddi bulgu açısından MYK’ya gelmesine değer bulunanlar MYK’ya getirilir ve bu değerlendirme yapılır. Dolayısıyla, bizim seçimlerde çok mücadele ederek kazandığımız belediyeler bile olsa ki bir kısmı ilk defa aldığımız belediyelerdir, AK Parti’nin siyasi tarihinde ilk defa aldığımız belediyelerdir. Buna rağmen, hiçbir siyasi mülahaza göstermeksizin, hiçbir siyasi çıkar ve fayda gözetmeksizin biz bu arkadaşlarımızla yollarımızı ayırırız. Dediğim gibi, 30 Mart seçimlerinde bu bazı belediyeleri ilk defa aldık her belediye için olduğu gibi bunlar içinde çok büyük mücadeleler verdik dolayısıyla bizim için her belediyemiz kıymetlidir, ilk defa aldığımız yerler daha da kıymetlidir tabii ki. Ama neticede eğer AK Parti’de siyaset yapıyorum diye AK Partili şekilde siyaset yapmak becerilemiyorsa, uyarılara rağmen birtakım düzelmeler söz konusu olmuyorsa bu durumda AK Parti’nin ilkeleri, kurucu değerleri devreye girer ve hepimiz bu değerler önünde eşitiz, hepimiz bu değerler çerçevesinde siyaset yapıyoruz, aziz milletimize borcumuz budur. Bu çerçevede değerlendirme sonucunda da bu arkadaşlarımızla yollarımızı ayırmaya, kurucu değerlerimiz çerçevesinde karar vermiş bulunuyoruz. Gerekçelerini açıkladım size, ilgili diğer maddeler zaten tüzüğümüzde 117’ye 1 ve devam maddeleri tüzüğümüzde yazılıdır. Bunlar AK Parti'nin ahlaki ve siyasi misyonunu korumak üzere vatandaşlarımıza kurulduğu gündem beri taahhüt ettiği maddelerdir. Bu maddelerin herhangi bir şekilde esnetilmesine, sulandırılmasına, zaafa düşürülmesini müsaade etmemiz söz konusu değildir, dün itibariyle bu kararı almış bulunuyoruz."
AFYON KAMPI
"Diğer bir konu, hafta sonu Afyon’da biliyorsunuz AK Parti milletvekilleri kampa girecekler. Bu bizim siyasi hayatımızın önemli organizasyonlarından bir tanesi 6 ayda bir yapıyoruz normalde. Fakat araya seçimler girdiği için yaklaşık 1 yıllık bir süredir yapamamıştık. Bu bir yıllık sürenin neticesinde konuşacak çok şey var, milletvekili arkadaşlarımızla birlikte bu kamptan Genel Başkanımızın katılımı ve Genel Başkanımızın açılış konuşmasıyla birlikte kampımız başlayacak. Cuma akşamından itibaren kampa girişler olacak, cumartesi ve pazar yoğun bir çalışma programımız var. Arkasından Sayın Genel Başkanımızın kapanış değerlendirmesi olacak yine ve o şekilde kamp sona ermiş olacak. Bu kampta dış politika konusu, terörle mücadele konusu, Hükümetin önümüzdeki dönemde gerçekleştireceği reformlar konusu buna benzer konular olmak üzere aynı anda değişik salonlarda değişik brifingler verilecek, değişik sunumlar yapılacak. Hangisine girmeyi arzu eden milletvekillerimiz o salonda yerlerini alarak burada sunum yapan ilgilerle, bakan, genel başkan yardımcısı arkadaşlarımızla karşılıklı olarak o konuları derinlemesine müzakere edecekler. Ama kamp Cumartesi sabahı Sayın Genel Başkanımızın, Başbakanımızın Türkiye’ye hitabıyla başlayacak ondan sonra bu gündem maddesine geçilecek. Pazar günü aynı şekilde bütün geleneğimiz çerçevesinde Sayın Başbakanımız bütün Hükümet üyeleriyle birlikte milletvekillerimizin sorularının cevaplandırıldığı bir oturuma başkanlık edecekler. Böylece Türkiye’nin önemli meseleleri iki gün içerisinde milletvekillerimizle birlikte, isteyenlerin aileleriyle katıldığı bir ortam içerisinde hem daha çok bir kaynaşma havasında, hem de çeşitli beyin fırtınaları eşliğinde sürecek. İki gün boyunca yapılan çalışma pazar akşamı tamamlanmış olacak. Yine sizlere gerektiği takdirde kamp süresince de bilgi vereceğiz herhangi bir açıklama yapmak gerekirse."
YAŞANANLAR İNSANLIK SORUNUDUR
"Dün gazete manşetlerinde, televizyon kanallarında gördük bütün Türkiye bugünde gazete manşetlerinde gördü. Mülteciler konusundaki dram görüldüğü gibi en çok Türkiye’yi vurmaktadır. Akdeniz’e açılan ve canlarını kurtarmak için Esad rejiminin katliamından canlarını kurtarmak için Akdeniz’e açılan insanlar çoluk, çocuk Akdeniz’in sularında boğuluyor ve maalesef dün de 30’un üzerinde insan Türkiye kıyılarına bunların ölü bedenleri vurdu. Buralar Türkiye’nin kıyıları bütün Avrupa’nın gözü önünde gerçekleşiyor bu. Türkiye uzun zamandır tek başına bu mültecileri konuk etmeye büyük bir gayretle çalışıyor, elindeki bütün imkanları seferber ediyor, çünkü bu insanlığa karşı bir milletin verebileceği ender sınavlardan bir tanesidir. Geçmişte başka milletler bu sınavları veremediği için insanlık önünde hala büyük eleştirilere tabi tutuluyorlar. Allah’a şükürler olsun bu büyük sınavlardan yüzünün akıyla geçmiş bir milletiz. Yine bu modern çağda dünyanın global köy olduğunun söylendiği, iletişimin dünyanın her yerine ulaştığı bu çağda maalesef insanlığın geldiği bu aşama bu mazlum insanların yüreklerine ulaşamıyor. Dünyada şu kadar gıda üretiliyor, bu kadar teknoloji üretiliyor, şu kadar silah sanayine yatırım yapılıyor, ar-ge’ye bu kadar yatırım yapılıyor, ama bu mazlum insanların ölümden kaçıp da en temel hak olan yaşama hürriyetini koruma konusunda uluslararası toplum maalesef yetersiz kalıyor. Türkiye’nin gösterdiği gayretin 10’da 1’ni 10 devlet daha gösterseydi bu insanların hiçbiri ölmezdi. Başından beri Türkiye bu konuda hassasiyetini söyledi, ama bunlar öncelikle Türkiye topraklarından içeri girip Türkiye’de bulundukları için uluslararası toplum buna sessiz kaldı. Ne zaman ki bu göç Akdeniz’i aşıp da Avrupa’nın kıyılarına ulaşmaya başladı maalesef ondan sonra dikkate almaya başladılar. Ama şu anda da konuştukları rakamlar Türkiye milyonlarca kişiyi barındırırken 10 bin, 20 bin gibi rakamları uzun süre müzakere ediyorlar. Bu bir insanlık sorunudur ve Suriye meselesini çözümsüz bırakanlar bu insanların ölümünden de sorumludurlar. Ve insanlığın önüne şöyle bir soru gelmektedir: Uluslararası kurumlar bu insanlara da sahip çıkamayacaklarsa ne için vardırlar? Uluslararası kurumlar bu insanların hayatını da korumayacaksa kimin güvenliğini koruyacaklardır? Uluslararası kurumlar bu çaresiz, elinde hiçbir imkanı olmayan çoluk çocuğun, kadınların yaşama hürriyetini koruyamayacaksa, bunları güvenli bir çatı altı sunamayacaksa bu kadar toplantıya, bu kadar retoriğe, bu kadar yüksek perdeden dillendirilen ilkelere argümanlara ne gerek vardır. Türkiye burada üstüne düşen sınavı vermektedir. Türkiye’nin kıyılarına vuran o ölü bedenler, Türkiye o insanların kardeşlerini burada canlı olarak misafir ettiği gibi, maalesef onların ölü bedenleri de Türkiye kıyılarına vurmaktadır. Çünkü Akdeniz’de diğer ülkelerin sahil güvenlik gemileri hiçbir şey yapmadan bunları kurtarmadan sadece botları kesiyor yönünü Türkiye’ye çevirmelerini, Türk kara sularına çevirmelerini sağlıyor. Ondan sonra fırtına koptuktan sonra da bu insanlar maalesef hayatlarını kaybediyorlar. Dolayısıyla, bu insanlara kapıyı kapatmak, gemilerle bu insanların sahil güvenlik botlarıyla bu insanların yönünü Türk kara sularına çevirmek çözüm değildir, tam tersine bunları Akdeniz’in sularında ölüme terk etmektir. Kavimler göçü gibi bu kadar insan, bu kadar çocuk göz göre göre ölürken, uluslararası kurumların bu kadar duyarsız kalması, büyük mekanizmaların bu kadar duyarsız kalması meşruiyet meselesinin gündeme getirilmesini ve sorgulanmasını gerektirir."
ORTA ÇAĞ KARANLIĞINI ANDIRAN MEZHEPÇİLİK FİTNESİ
"Kaygı duyduğumuz diğer bir nokta, bölgede yükselen, yakın bölgemizde yükselen bu mezhepçilik tansiyonudur. Biz hangi olaya kimin sebebiyet verdiğiyle ilgili çeşitli olaylar üzerinden çeşitli tartışmalar yapabiliriz, fakat bu tartışmaların şu anda bölgede yükselen ve bölgede bir Orta Çağ karanlığını andıran bu mezhepçilik fitnesini durdurma karşısında yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir, bir faydası olmayacaktır. Mezhepler İslam tarihinde büyük felsefe, hikmet ve hukuk ekolleridir ve tarihimizin büyük zenginlikleridir, insanlık mirasının çok önemli bir parçasıdır. Bu mezheplerde ifade edilen büyük felsefi, hikmetsel ve hukuki ekoller bütün bir insanlık düşüncesinin geleceğe de aktarması gereken miras olarak son derece büyük fikirlere, büyük alanlarda yeni bakış açılarına imza atmışlardır. Bu bakımdan mezheplerin varlığı zenginliktir, bu ekollerin varlığı insanlığın düşünce mirası için zenginliktir. Fakat bunlar üzerinden bir siyasal asabiye geliştirerek bu mezhepleri kendi mezhebinin dışındaki ötekileştirerek bir mezhepçilik fitnesine yol açmak, aslında bu mezheplerin varlık sebeplerine karşı da suikast düzenlemek demektir. Bu mezhepçilik fitnesi, maalesef konunun tarafı kim olursa olsun bütün bir İslam dünyasının daha çok Orta Çağ karanlığına gömülmesine, insanların geleceklerini kaybetmelerine, son derece verimli ve bereketli topraklarda otururken maalesef sefaleti paylaşmalarına yol açmaktadır. Ve giderek artan sayıda ölümlerin ortaya çıkması hiçbir şekilde kabul edilemeyecek, hiçbir şekilde razı olmamız gereken ve hiçbir şekilde aslında kader olarak görülmemesi gereken bir durumdur. O sebeple çeşitli siyasi olaylar ortaya çıkarken bu siyasi olayların değerlendirilmesi sırasında asıl olarak odaklanılması gereken şey büyük resme bakmaktır. Büyük resme bakıldığı zaman, eğer bu mezhepçilik fitnesine su taşıyorsa, o siyasi olaydaki herhangi bir tarafgirlik ya da bu mezhepçilik fitnesini daha çok körüklüyorsa, tarafın kim olduğu çok önemli olmaksızın bu meseleler bölgeye hizmet etmiyordur, bölge insanına hizmet etmiyordur, bölge barışına hizmet etmiyordur. O sebeple bu büyük resim çerçevesinde bir kere daha bu mezhepçilik fitnesi karşısında bütün sağduyulu kesimlerin sesini yükseltmesi gerektiğini, mezhepçilik yerine mezheplerin hep beraber insanlığın büyük hakikatine ve birarada yaşama prensibine kendi hikmetleri, felsefi görüşleri ve ekolleriyle katkıda bulunduğu o büyük sinerjinin yaratılmasına çalışmalarında daha büyük bir fayda vardır diye düşünüyoruz."
ORTADA AÇIK BİR BARBARLIK VARDIR
"Son günlerde ortadaki terörle mücadele olayları ve bu konuda gündeme gelen çeşitli başlıkları da MYK toplantımızda değerlendirdik. Kuşkusuz Sur’da, Silopi’de, Cizre’de, Nusaybin’de gözüken tablolar hepimizin içini acıtıyor. Çeşitli kesimler de barış çağrısında bulunuyorlar.
Şunu bilmek gerekir ki, şu kavramsallaştırmaya dikkat etmek gerekir: Burada iki meşru gücün çatışması yoktur. Burada güvenlik operasyonlarının ortaya çıkmasının sebebi, gayrimeşru bir terör örgütünün demokrasimizi tehdit etmesi, hukuk devletimizi tehdit etmesi, vatandaşlarımızın birarada yaşama hürriyetini tehdit etmesi, ilçelerimizde kendilerince bazı bölgelerde illegal mahkemeler kurarak, illegal vergi toplama mekanizmaları kurarak Türkiye’deki anayasal vatandaşlık temelindeki hakları askıya almaya çalışmasıdır. Buralarda kurulan hendekler ve barikatların özyönetim diye modellenmesi ise aslında barbarlığa birtakım kavramlar giydirilmesinden ibarettir. Ortada açık bir barbarlık vardır."
OPERASYONLAR BİR NEDEN DEĞİLDİR, BİR SONUÇTUR
"Bu barbarlığın neticesi olarak bu güvenlik operasyonlarının yapılması son derece meşrudur. Dolayısıyla çağrı yaparken sanki iki eşit taraf varmış, iki devlet çarpışıyormuş, iki meşru güç çarpışıyormuş gibisinden barış kavramı kullanılması konusunda hassas olunması gerekir. Burada çağrının o barikatları kuran, o hendekleri kazan terör örgütüne yapılması ve terör örgütünün yaptığının gayrimeşru olduğu, hiçbir şekilde kabul edilemeyeceği ve bu eylemlerinden bir an evvel vazgeçmesi gerektiği ifade edilmelidir. Eğer dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, İspanya’da ve başka örneklerde olduğu gibi teröre karşı hep beraber ortak ve yüksek bir ses çıkarabilirsek, bu sesin çıkmasının neticesinde terörün geriletilmesi mümkün olur. Birilerinin o hendek ve barikatları kazıp da arkasından bu barikatların ve hendeklerin birtakım siyasi tarafından savunulması, demokrasiyi ve hukuk devletini savunması gereken siyasiler tarafından savunulması ise hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bir durumdur, tutumdur. Siyasetçiler demokrasiyi savunurlar. Hendeklerin olmadığı, barikatların olmadığı, insanların özgürce istediği yerden istediği yere gidebildiği, illegal mahkemelerin olmadığı, illegal yapıların olmadığı bir hayatı savunurlar. Ama bunun yerine terörün eliyle namlular önünde ölüm siyasetini savunurlarsa, o zaman meşru siyaset alanının içinde hareket ediyor kabul edilemezler ve o zaman da oy aldıkları kesimlere karşı görevlerini yapamazlar.
Bir de, çıkıp da bunları savunurken, konuşurken biz Kürtler adına konuşuyoruz gibisinden bir söylemle bunu ifadelendirmeleri, hiçbir şekilde meşruiyeti olmayan bir söylemdir. Yani Türkiye’de 27 Mayıs darbesini yapanlar, 12 Eylül darbesini yapanlar ne kadar Türk milleti adına hareket etmişlerse, bunlar da o kadar Kürtler adına konuştuklarını iddia edebilirler, ikisi de boştur, ikisi de temelsizdir. Çıkıp da kendilerinin Kürtler adına hareket ettiği gibi bir ifade biçimi kesinlikle bir manipülasyondur ve burada yapılan iş, savundukları şey, oradaki Kürt vatandaşlarımızın kazanımlarını tehdit eden, demokratik hayat tecrübelerini tehdit eden, o çocukların geleceğini tehdit eden bir şeyi, Kürt vatandaşlarımızın hayatını tehdit eden uygulamaları Kürtler adına savunuyoruz gibisinden bir ironinin içerisine düşüyorlar, bir çelişkinin içerisine düşüyorlar, bunun hiçbir manası yoktur.
Bizler bu kürsülerde konuşurken Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün yurttaşları adına konuşuyoruz, Türkler adına konuşuyoruz, Kürtler adına konuşuyoruz, diğer etnik gruplar adına, Sünni adına, Alevi adına, bütün vatandaşlar adına konuşuyoruz. Hiç kimsenin belli bir etnik grup adına konuştuğunu iddia etmesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Türkiye Cumhuriyeti anayasal vatandaşlık temelinde bütün vatandaşlarımızın kucaklanmasını, bütün vatandaşlarımızın eşit şartlarda, hiçbirinin misafir olmadığı, herkesin birinci sınıf vatandaş olduğu, herkesin ev sahibi olduğu bir düzen içinde yaşamasını öngören bir siyaseti savunuyoruz hepimiz. Ama birileri tutup da burada bir getto siyaseti peşinde koşuyorsa buna dikkat edelim. Bu getto siyasetinin arkasında vatandaşlarımızın iradesini götürüp birtakım illegal yapıların emrine sokma, vatandaşlarımızın iradesini bunlara teslim etme, bu ülkenin gençlerini birtakım terör örgütlerine lejyoner yapma şeklinde siyasi projeler vardır, tabii ki bu projelere karşı da sonuna kadar direneceğiz. Konuşma, diyalog, meseleleri tartışma, bununla ilgili Türkiye’nin hiçbir sıkıntısı yoktur. Siyasal katılım, bununla ilgili Türkiye’nin hiçbir sıkıntısı yoktur. Bunlar varken bunları berhava ederek, bunlara karşı tehdit oluşturarak gidip de hendeklerin, barikatların, illegal mahkemelerin, namluların, kaleşnikofların arkasına sığınmak asıl diyalog ortamını, asıl demokratik ortamı, demokratik dili ve meşru siyaseti, sivil siyaseti tehdit etmektir, imha etmeye çalışmaktır. Tabii ki sivil siyaset alanı, demokratik alan, hukuk devleti de kendisini ve tabii ki vatandaşlarını koruyacaktır. Dolayısıyla, bu kavramı kullanırken yerli yerinde kullanılmasını çiziyoruz.
Burada operasyonlar bir neden değildir, operasyonlar bir sonuçtur, terör örgütünün bu elemleri karşısında ortaya çıkmış bir sonuçtur. Dolayısıyla, herkesin terör örgütüne dönük olarak tutum alması ve terör örgütünü destekleyenlere çağrı yapması gerekir bu eylemlerden vazgeçmeleri ve Türkiye’nin meşru zeminlerini tehdit eden unsurlar olmaktan çıkmaları için."
SUÇ UNSURU GÖRDÜĞÜMÜZ KONULARDA HUKUKİ SÜRECİ İŞLETECEĞİZ
"Bizim tespit ettiğimiz dosyalarda suç duyurusu gerekiyorsa tabii ki bu da yapılacaktır. Çünkü dediğim gibi biz pek çok dosyayı tartışıyoruz, pek çok şikayeti tartışıyoruz AK Parti’nin kurucu değerlerini ve kurucu ilkelerini korumak için, eğer maddi bulgular yüksek bir dereceye erişmişse, delil derecesine erişmişse bizim açımızdan, kendi değerlendirmemiz açısından, ondan sonra bu dosyaları soruşturuyoruz ve somutlaştırıyoruz. Bunun neticesinde tabii ki birtakım dedikodularla, sadece birtakım duyumlarla hareket ediyoruz, somut bulgularla hareket ediyoruz, bu bağlamda da altını çiziyorum; bizde belediye başkanı olsalar bile biz suç unsuru gördüğümüz konularda hukuki süreci muhakkak surette işleteceğiz."