Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, parti genel başkanlarına daveti çerçevesinde MHP lideri Devlet Bahçeli ile bir araya geldi.
Bahçeli, Çankaya Köşkü'ne saat 14.55'de geldi. Çankaya Köşkü'ndeki görüşme yaklaşık 1 saat sürdü.
MHP'den yapılan yazılı açıklamada, Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, ''Bugün gelinen aşamada, maruz kaldığımız tehdit ve tehlike günü birlik ve geçici tedbirlerle geçiştirilmeyecek kadar büyük ve hayati derecede önemlidir. Artık, yıllardır ülkemize musallat olan bu beladan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Tek çözüm, PKK terör örgütünün tam olarak yok edilmesi veya ele geçirilmesidir'' değerlendirmesinde bulunduğu bildirildi.
Bahçeli'nin "Bölücü Terörle Mücadele" konusunda cumhurbaşkanına sunduğu değerlendirmesi MHP'nin internet sitesinde yayınlandı.
İşte o değerlendirmeler:
"Son haftalar içerisinde çok sayıda askerimizin ve polisimizin şahadeti ve yaralanmasına neden olan kanlı terör eylemlerine yönelik tedbirlere ilişkin değerlendirmelerde bulunulması maksadıyla Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılan davette, mevcut şartlar ve gelişmeler üzerine Milliyetçi Hareket Partisi’nin aşağıdaki görüşleri ve teklifleri sunulmuştur.
Türkiye, bugün milli varlığını hedef alan alçak bir suikastla karşı karşıyadır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekasını, Türk Milletinin birliğini ve kardeşliğini hedef alan hain saldırılar ve bölücü tahrikler karşısında Türk milleti çok derin bir üzüntü ve haklı bir infial içindedir.
Bugün gelinen aşamada, maruz kaldığımız tehdit ve tehlike günü birlik ve geçici tedbirlerle geçiştirilmeyecek kadar büyük ve hayati derecede önemlidir.
Artık, yıllardır ülkemize musallat olan bu beladan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Tek çözüm, PKK terör örgütünün tam olarak yok edilmesi veya ele geçirilmesidir.
Türkiye geçmişte, bölücülük ve bölücü terörle mücadelede cılız girişimler, basit ve etkisiz tedbirlerle yetinerek bu güne kadar gelmiştir.
Irak’tan kaynaklı terör saldırıları karşısında tamamen haklı olduğu mücadele konusunda yapılan yanlışların bedelini artan şahadetlerle ödemeye başlamıştır.
Bir taraftan Irak’ın kuzeyinde yuvalanan ve bu bölgeyi yerel destek ve himayeden yararlanarak Türkiye’ye karşı üs bölgesi olarak kullanan terör örgütünün kanlı eylemleri ve cinayetleri vardır.
Diğer yanda ise yurt içinde yuvalanarak siyasal imtiyazlar elde etmiş bölücü odakların artık dile getirmekten kaçınmadıkları bölünme ve parçalanma senaryoları ve tehditleri bulunmaktadır.
Türkiye üzerinde haince hesapları ve emelleri olan bütün ihtirasların ve bölücü heveslerin silahlı bölücülüğün açtığı yolda, bugün tam bir seferberlik içinde tahriklerini tırmandırdıkları görülmektedir.
Bu tahriklerin sürmesi ve bu gidişatı durduracak etkili tedbirlerin alınmamasının Türkiye’ye faturası çok ağır olacak; muhtemelen ve maalesef karşımıza bir bölünme felaketi olarak çıkacaktır.
Ciddi, köklü ve kalıcı tedbirlerin alınmaması halinde beka düzeyinde bir sorun olan bu vahim gelişmelerin kontrolü, ne yazık ki hükümetin elinden çıkmış görünmektedir.
Ancak bundan daha da önemlisi, terörle mücadele azminin giderek zayıflıyor; terörizm ve bölücülükle mücadele edebileceğine dair kuşkuların giderek artıyor olmasıdır.
Türkiye’de bugün, terörden beslenen etnik bölücülük, “demokratik hak ve meşru kimlik talebi” olarak mazur görülebilmekte, Türkiye’nin bölünmesi ve parçalanması projeleri, “toplumsal ilerleme ve çağdaşlaşmanın yol haritası” olarak savunulabilmektedir.
Ülkemizin iç barışını, kardeşliğini ve dayanışmasını tehdit eden en önemli risk burada aranmalıdır. Bu durumun sürmesinin iç çatışma ortamına davetiye çıkaracağını artık herkes idrak etmelidir.
Terörle mücadelede en temel hata, konunun küresel stratejik arka planının okunamaması nedeniyle günlük tedbir aranarak bugünlere gelinmiş bulunulmasıdır.
Bunun yanı sıra terörizme zemin ve destek sağlayacak siyasallaşma sürecinin açılmış olması, etnik tahriklerin artması ile terör toplumsal taban oluşturmuş; terörle ilave imtiyazlar ve sözde haklar kopartacağına dair taraftarlarında cüret uyandırmıştır.
Türkiye’yi bölmeyi ve çok kimlikli ve milletli yeni bir ortaklık devletine dönüştürmeyi amaçlayan planlar, özgürleştirme projeleri olarak artık Meclis çatısı altında da savunulmaktadır.
Terörün durdurulması karşılığı siyasi çözüm pazarlıkları için Meclis’e ve hükümete çağrılar yapılmakta ve meydan okunmaktadır.
Silahlı terörün siyasi kolu olan İmralı maşalarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında devlete, Anayasa’ya ve kanunlara alenen meydan okumaları karşısında hükümet suskun ve sessiz, Meclis hareketsiz ve adalet etkisizdir.
Milliyetçi Hareket Partisi’ne göre, terörle topyekun mücadelede, arkasında inandırıcı ve caydırıcı bir askeri güç ve siyasi irade olan, çok yönlü bir stratejinin kararlılıkla ve kesintisiz olarak uygulanması şarttır.
Son yıllarda, terörle mücadelenin gerektirdiği siyasi kararlılık ve tutarlılığın görülemeyişi, dış baskı ve dayatmalara açık bir yöntemin benimsenmesi, terörün bir hak arama vasıtası zannedilip etnisiteye dayalı bir kışkırtma siyasetinin izlenmesi ile terörün yeniden azmasına siyasi iradenin temel teşhis ve yöntem hataları neden olmuştur.
Verilen tavizlerle ve yürütülmek istenen baştan sona hatalı projelerle beraber silahla sonuç alacağına dair umutlarını tazeleyen terör örgütü bir yandan eylemlerini tırmandırmış, diğer yandan ise bölücülük hükümet eliyle yıllardır yapamadığı bir tanıma kavuşarak etnik bir yapı kazanma yolunda mesafe almıştır.
Bu durum ise kamuoyunda PKK terörünün bir etnik sorunun çözüm yolu arayışı olarak algılanmaya başlanmasına neden olmuştur.
Karşımızdaki sürecin nereye yöneldiğinin, nasıl sonuçlanacağının, gelişmelerin istikametinin ne olacağının doğru yorumu şüphesiz ki çok önem kazanmıştır.
Bu konuda yapacağımız bütün yorumların isabeti,
Türk milleti üzerindeki asırlık emellerin aldığı yeni boyutun bilinmesine,
PKK terör örgütünün amaç mı, araç mı olduğuna dair vereceğimiz cevaplara,
Açılım adı altındaki niyetlerin PKK talepleri ile ne oranda örtüştüğüne,
Milli dil ile milli kimlik arasındaki vazgeçilmez ilişkinin doğru anlaşılmasına,
Bugüne kadar yürütülen politikaların ayrıntılı analizine bağlıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin yıllardır ısrarla ve önemle uyarılarına rağmen gelinen bu aşamada bölücü terörü önleme konusunda kamuoyu ile paylaşacağı başlıca mücadele yaklaşımı ve önerileri şunlardır:
1. Terörle mücadele ile bölücülükle mücadele bir bütün olarak ele alınmak ve sorun birbirine geçmiş bu iki alanın tamamını kapsayacak “bölücü terörle mücadele stratejik tedbirler planının” hazırlanması ve uygulamaya konulması ile mümkün olacaktır.
Bu plan, konuya ilişkin görev almış bütün kurum ve kuruluşların yaklaşık yirmibeş yıldır elde ettikleri bilgi, birikim ve tecrübelerin, yapılan hataların ve kalıcı çözüm yollarının tartışılması ile ortaya çıkmalıdır.
Bu stratejik plan geliştirilirken,
Cumhuriyetimizin temel ilkelerini ve yapısını; Türk milletinin birliğini sağlamayı hedeflemiş,
Geçmiş yıllarda yapılan yanlışlar nedeniyle dış dünyanın bize dayattığı sözde tedbirlerden mutlaka arındırılmış,
Küresel projelerden ayıklanmış, Türk milletinin rızasına ve değerlerine uygun,
Bin yıllık kardeşliğimizi artıran, milli kimlik, milli devlet ve milli dili esas alan,
Farklılığı kışkırtan değil, birleşmeyi teşvik eden; ayrışmayı kutsayan değil, buluşmayı sağlayan,
Bölücülüğün ve terörün geldiği kritik seviye ve son yıllarda aldığı mesafeden bağımsız, günü kurtarmaya değil kesin sonuç almaya yönelik bir yaklaşım içinde olunmalıdır.
Bu planı uygulayacak olan hükümettir.
Türkiye’nin milli birliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik bölücü teröre karşı hem tüm ülke sathında hem de sınır ötesinde etkili ve amansız bir mücadele verilmesi için hükümet tam bir siyasi irade ve kararlılık ortaya koymalıdır.
2. Türkiye’nin komşularını da kapsayacak hiçbir bölgesel ve küresel kaygı ve proje Türk Milletinin güvenliği ve huzuru ile birliğinden önce ve öncelikli değildir ve asla olmamalıdır.
Konu küresel stratejik çerçevede incelenmeli ve geçmişte angaje olunan ve meşru kabul edilen yabancı başkentlerin tesir ve telkinlerden arınarak yalnızca “Başkent Ankara vizyonu”yla ele alınmalıdır.
Terör örgütünün arkasındaki bütün yabancı güçler ve ülkelerle terörün bağı ve bağlantısı mutlaka belgeleriyle ortaya konulmalı ve ülkemizin bu devletlerle, bu devletlerin de terör örgütü ile bağlarının kesilmesi için uluslar arası sonuç alıcı girişimler acilen başlatılmalıdır.
Soruna müdahil ülkelerin Türkiye’den doğan ve Türkiye ile işbirliği sonucu oluşmuş menfaatleri gözden geçirilmeli, yaptırım enstrümanı olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye bugüne kadar her seviyede olmak üzere yapay görüşme ve ilişki sürecinde yeterince vakit kaybetmiştir. Bu aşamadan sonra, yalnızca maksada yönelik müzakere ve görüşmeler ile mutlaka sonuç alacak tekliflere açık olunmalı, süreci oyalayacak veya geriye götürecek taktik ziyaretler reddedilmelidir.
3. Türkiye, Kuzey Irak’tan kaynaklanan fiili bir güvenlik tehdidi ve terör saldırısıyla karşı karşıyadır. Bir ülkenin kendi topraklarını başka bir ülkeye saldırı amaçlı kullandırması, uluslararası hukuka göre mukabele hakkı doğuran hasmane bir eylemdir.
Geride kalan yıllarda yürütülen hatalı siyaset ile PKK’ya karşı mücadelede inisiyatif ABD ve Irak’a bırakılmıştır ve bu iki ülke kendilerinden beklenen adımları atmakta bugüne kadar isteksiz veya yetersiz davranmıştır. Bu düşmanca tavrın karşılığı milletimiz için şahadet, üzüntü ve infialdir.
Artık beklemeye tahammülü olmayan bu durumun oluşturduğu çok boyutlu güvenlik tehdidi karşısında Türkiye, somut ve inandırıcı bir askeri güçle desteklenen kapsamlı bir “caydırıcılık siyaseti “ geliştirmeli ve bunu kararlılıkla uygulamaya koymalıdır.
Bu fiili tehdit ve saldırılar karşısında, Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru savunma hakkı bütün unsurlarıyla doğmuş, bu hakkın kullanılmasının şartları bütünüyle oluşmuştur.
Türkiye terör saldırılarına karşı etkili müdahalede bulunmak ve PKK'yı Kuzey Irak'tan tasfiye etmek zorundadır. Bu maksada ulaşmak için terörü himaye eden Peşmerge gruplarına yaptıkları düşmanca hareketin “savaş sebebi” olduğu Irak yönetimine bir ültimatomla bildirilmelidir.
Irak’ın kuzeyindeki grupların reisleri kendilerine meşruiyet kazandırma ve muhatap bulma peşindedir. Özellikle diplomatik alan başta olmak üzere, Kuzey Irak’lı grupların sözcüsü veya temsilcisi sıfatını taşıyan şahıslar ile resmi düzeyde, Irak Devleti adına bile olsa ilişki kurulmayacağı ve muhatap alınmayacağı açıklanmalıdır.
Irak’ın Kuzeyi’ni bugün fiilen kontrolünde bulunduran Amerika Birleşik Devletleri ile Irak devletine teröre göz yummaya devam etmeleri halinde caydırıcı ve zorlayıcı tedbirlerin alınacağı ve askeri müdahalenin gerçekleşeceği son kez ihtar edilmelidir.
Peşmerge grupları çok açık ve kesin bir dille uyarılmalı ve terör kartını Türkiye’ye karşı bir tehdit silahı olarak kullanmalarının karşılıksız kalmayacağı açıkça ortaya konulmalıdır.
ABD’nin PKK’nın tasfiyesi için sürdürdüğü hareketsizlik ve oyalama politikaların devamı halinde kendisi için ortaya çıkacak sonuçlar ve göze alınacak gelişmeler bütün ayrıntılarıyla muhataplarına açıklanmalıdır.
Bu kapsamda olmak üzere, ABD’nin göstereceği olumlu ve somut tepkiler alınıncaya kadar İncirlik üssünün faaliyetlerine son verilmelidir.
Irak’taki Kürt siyasi yapılanmasının bağımsız devlete dönüşmesi halinin asla kabul edilemeyeceği ilan edilmeli, Türkiye’nin ve bölge ülkelerin buna seyirci kalmalarının beklenemeyeceği açıkça anlatılmalıdır.
İran ve Suriye başta olmak üzere komşu bölge ülkeleriyle ciddi bir istişare süreci başlatılmalı, alınabilecek siyasi ve ekonomik tedbirler ve uygulanacak yaptırımlar belirlenerek ilan edilmelidir.
Türkmenlere karşı girişilecek herhangi bir saldırı veya baskı hareketinin askeri güç kullanmak dâhil Türkiye’ye her tedbiri alma hakkını doğuracak bir husumet ilanı olarak görüleceği açıklanmalıdır.
4. Anayasamızın 120. maddesi “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edebilir.” hükmüne amirdir.
Bugün bu Anayasal tanımın içindeki bütün şartları barındıran bölücülük ve terör dalgasının önlenmesi,
Çok yönlü ve eş zamanlı terörle ve bölücülükle mücadele stratejisinin başarıyla uygulanması,
Terörün daha fazla can kaybına neden olmaması ve siyasal bağının kesilmesi,
Milletimizin huzur ve emniyetinin sağlaması maksadıyla hükümet, olağanüstü hal uygulaması için gerekli karar almalı ve Meclis’e sunmalıdır
Türkiye, kapsamlı ve etkili askeri bir harekat seçeneğinden önce son bir ikaz olması açısından yaptırım gücü olan şu imkânları, gelişmelerin seyrine göre uygulamaya sokacağını ilan etmeli ve bazılarını bugünden hayata geçirmelidir.
Terör saldırılarının merkez üssü olan Kuzey Irak’a karşı Türkiye’nin elindeki imkânlar şunlardır:
- Habur sınır kapısının kapatılması,
- Kerkük petrollerinin dış piyasalara ulaştırılması için kapasitesi ve konumu bakımından yegâne etkili ve güvenilebilir imkân olan Kerkük-Yumurtalık boru hattının devre dışı bırakılması.
- Kuzey Irak’a yapılan lojistik desteğin, gıda ve diğer malzeme akışının, müteahhitlik hizmetleri ve ticaretin, elektrik ve benzin ikmalinin durdurulması.
- Bölgede petrol arama işleri dâhil her alanda faaliyet gösteren Türk şirketleri ve girişimcilerinin bölgeden çekilmesi.
- Kuzey Irak’ta faaliyet gösterecek yabancı şirketlerin Türkiye üzerinden malzeme ve teçhizat ikmaline izin verilmemesi.
- Türkiye’de faaliyet gösteren Kuzey Irak’lılara ait işletmelerin faaliyetlerinin men edilmesi,
- Irak’ın diğer bölgeleriyle yapılacak ticaret için, başta Suriye ve İran olmak üzere, mücavir ülkelerden geçecek yeni güzergâhlar belirlenmesi ve Kuzey Irak’ın devreden çıkartılması.
- Türk hava sahası üzerinden yapılan Kuzey Irak bağlantılı uçuşların durdurulması.
5. Türkiye ülkesine ve milletine yönelik terör tehdidiyle mücadelede uluslar arası camiayı bugüne kadar arkasına alamamış, ancak bu amaçla yıllardır gereksiz yere oyalanmıştır.
Üçlü mekanizma denilen taktiklerle, koordinatör denilen anlamsız girişimlerle, yerel kabile reisleri ile yakınlaşmalarla, yabancıların izin ve icazetiyle sorunun çözülemeyeceği anlaşılmıştır.
Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyindeki terör kamplarına kalıcı, köklü ve kesin sonuç alıcı bir askeri harekât için gereğinden fazla oyalanmış, artık kendi askeri, siyasi, toplumsal ve beşeri gücünü kullanmaktan başka seçeneği kalmamıştır.
Milli birliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik bölücü teröre karşı hem tüm ülke sathında hem de sınır ötesinde etkili ve amansız bir mücadele verilmesi için hükümet siyasi irade ve kararlılığını somut olarak ortaya koymalıdır.
Alınacak ilave tedbirlerle eşzamanlı olarak, ciddiyet ve caydırıcılığını göstermek üzere TC Hükümeti, Türk milletinin iradesinin en yüksek ifadesi olan TBMM’nin kendisine verdiği sınır ötesi askeri harekat yetkisini acilen kullanmalıdır.
Bu konuda ihtiyaç duyulacak ve talep edilecek ilave yasal tedbirler için hükümete TBMM tarafından ayrıca yetki ve destek verilmelidir.
Tedbirlerin, muhataplarında çok kısa sürede karşılık bulamayacağının anlaşılması halinde Türk Silahlı Kuvvetleri bütün imkan ve kabiliyetlerini kullanarak Irak’ın kuzeyinde yuvalanmış terör merkezlerine ve teröristlere karşı kesin, kalıcı ve etkili bir imha harekatını başlatmalıdır.
Bu kapsamda;
- Teröristlerin Türkiye’ye sızma, geçici konaklama ve ikmal yolu olarak kullandıkları sınıra yakın bölgelere yönelik tam bir temizlik yapılmalıdır.
- Ülkemize yönelik terörün bugünkü merkezi Irak topraklarında bulunan terör kampları ve özellikle Kandil Dağı bölgesinin imhası ve akabinde yeniden bağ ve bağlantısının oluşmaması için ülkemizden izole edilmesi şarttır.
- Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye sızmaların mutlaka önüne geçilmek üzere komşu ülke coğrafyasında bulunan ve önleyici tedbirler için Irak’ın kuzeyinden fiziken uygun arazilerden başlatılmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından “Güvenlik Bölgesi” oluşturulmalıdır.
5. Bugün Türkiye’nin karşısına çıkartılan güvenlik ve bölücülük sorunu, özü itibariyle bir demokratik hak talebi, bireysel özgürlük, çoğulcu demokrasi ve siyasal katılım sorunu değildir. Sorun, etnik bölünmeyi amaçlayan silahlı terör sorunudur. Türkiye’de farklı kökene mensup vatandaşlarımızın tümünü kapsayan bir sorun değil, tahrik ve terörün beslediği bir siyasi ayrılıkçılık sorunudur.
Bölücü terörün beslendiği siyasal zeminin kaynağı Türkiye içindeki ihanet odaklarıdır. Ancak bölücü fikirler ayrılıkçı terör destekçilerinden daha geniş bir alana yayılmış, hükümetin farklılıkları kaşıyan politikaları bölücülüğün hoş görüleceği ve yeşereceği toplumsal iklim oluşturmuştur.
Aksini savunan varmış gibi izlenim uyandırarak “barışın sağlanması, silahların susması, anaların ağlamaması, ölümlerin son bulması, gözyaşının dinmesi” gibi PKK literatürü eşliğinde bölücülüğün bütün taleplerinin dayatılmaya çalışıldığı süreç hız kazanmıştır.
Terör örgütünü ortadan kaldırarak bu belayı sona erdirmek yerine, silahsız bölücülüğe toplumu razı edecek, hain istekleri masum hale getirecek ve bunları demokrasi adı ile maskeleyecek sinsi bir siyasetin izlendiği anlaşılmaktadır.
Yıllardır onbinlerce masumun canına, malına ve huzuruna kasteden bölücü talepler olan “federasyon, ayrı bayrak, ayrı eğitim dili, ortak kurucu halk, çokluklar devleti ve hatta ayrılma” gibi ihanet kavramlarının açıkça dillendirilmesi tehlikenin boyutlarını anlamak açısından yeterlidir
“Çözüm, çare, fırsat” adı verilen cazip kelimelerle kamuoyu etki altında tutulmak istenmekte, bu tuzağa düşmek istemeyenler ise “savaş taraftarları” “barış karşıtı” olarak baskı altına alınmaya çalışılmaktadır
Gördükleri imtiyaz ve buldukları cüret ile bölücülüğe teslimiyeti ayakta alkışlayan oluşumlar, belediyeler ve malum sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları, sözde aydınlar bu amaçla geniş bir cephe oluşturmuşlardır.
Terör örgütünün taleplerinin demokratik yollarda gündeme getirilmesinin önündeki engellerin kaldırılarak bölünme reçetelerinin demokratik tartışma ortamında her yönüyle ele alınmasını savunan siyaset dışı ve hükümet destekli işbirlikçi lobiler doğmuştur.
Özellikle askeri tedbirlerle sonuç alınamayacağına dair görüş ileri sürenlerin öne çıkardığı siyasal çözüm sloganı ve bunun anayasal zemine oturtulması arayışları hız kazanmıştır. Yapılmak istenen, etnik bölücülüğün siyasi bir sorun olarak siyasi süreçlerle çözümü için uygun bir ortam yaratılması, bunun siyasi ve toplumsal altyapısının hazırlanmasıdır.
Bu kapsamda, sözde “açılım” denen tahriklerin toplumsal boyutu PKK’nın bile yapamadığı derin ve keskin ayrışmaya neden olmaktadır.
Hükümet Türk milletini alt kimliklere dönüştürecek, milletleşmeyi geriye döndürecek, milli kimliği zayıflatacak, milli birliği parçalayacak ve bölücü emellerin siyaseten önünü açacak olan “açılım” denen “yıkım” projesinden derhal vaz geçmeli ve hata yaptığını açıklamalıdır.
6. Terörle mücadele “güvenlik-özgürlük dengesi” içine sıkıştırılacak bir konu değildir. Bedeli can kaybıdır. Sarsılan kardeşliktir.
Devleti ve milleti bölmek gibi bir özgürlük ve demokrasi alanı olamayacağından hareketle bu arayışları özgür düşünce olarak yorumlayacağımız anlamsız iyimserlikten ve gafletten dönülmelidir. Anayasaya yedirilmek, topluma hazmettirilmek istenen bölücü girişimler bir an önce durdurulmalıdır.
Bölücü zihniyetlerin demokrasinin sunduğu geniş imkânları kullandığı görülmektedir. Bölünmeyi ve terörü demokrasiye tercih edemeyeceğimize göre, bölücülüğün istismarına açık zaaflar ortadan kaldırılmalıdır.
Güvenlik güçlerinin terörle mücadelede yavaşlamasına, gecikmesine veya etkisiz kalmasına neden olan hususlar tespit edilmeli, terörle mücadele yasası bu talepler doğrultusunda düzenlenmelidir. Hükümet güvenlik güçlerimizin terörle mücadelede ihtiyaç duydukları yetkileri vermek için gerekli yasal düzenlemeleri süratle Meclis’e getirmelidir
Avrupa Birliği sürecine uyum adına bugünkü iktidar tarafından kaldırılan ölüm cezası terör suçlarında ve savaş halinde yeniden Türk Ceza Yasasına konulmalıdır.
Adli makamların teklifi olmaksızın, bölücülüğü, TBMM çatısı altında taşıyan mihrakların milletvekilliklerinin düşürülmesi için Anayasa değişikliği yapılmalıdır.
Süreç, İmralı Canisi’ni yeniden terörist başı haline getirerek diriltmiş, hükümetle muhatap hale getirmiştir. Terör örgütünü İmralı’dan serbestçe yöneten teröristbaşının yakınları ve avukatları ile irtibatı ve dış dünyayla temas kanalları bütünüyle kesilmelidir
Sözde teslim olduğu iddia edilen teröristlere yönelik karşılama törenleri; geçmişte terörle mücadele etmiş görevlilere yönelik ağır itham ve suçlamalar, hem bölücülüğü cesaretlendirmiş, mücadeleyi yürüten birimlerin kararlılığını olumsuz yönde etkilemiştir.
Terörle mücadelede en büyük manevi gücümüz, bağımsız yaşama arzumuz, terörü yok etmeye yönelik direncimiz, şahadete ulaşmış evlatlarımıza yönelik sevgimiz, saygımız ve bağlılığımız, Mehmetçiğe olan hayranlığımızdır. Bütün bu mukaddesatı incitecek, sorgulatacak, terörle mücadelenin azmini ve inancını zedeleyecek açıklama ve yorumlardan uzak durulmalıdır.
Millet kavramını tartışmaya açmaktan ve mensubiyet üzerinde kuşku uyandırmaktan, alt kimlikleri dirilterek etnisite temeline dayalı, ayrışmış bir toplum oluşturmaktan, millete ait değerleri eleştirerek, milli tarih ve ecdadımız üzerinde tereddüt meydana getirmekten ısrarla ve mutlaka kaçınılmalıdır
Bin yıldır bu topraklarda Türk milleti kimliğinde buluşarak muazzam eserler oluşturan beşeri beraberlik Türkiye'nin varlık ve bekasının temel dayanağı ve vazgeçilmez kudreti olmuştur. Milli kimliğin tartışmaya açılması ve bu kimliği oluşturan maddi ve manevi alt yapının adım adım tahrip edilmesine yol açacak tahrikler terk edilmelidir.
Sürekli olarak gündemde tutulan etnik temelli ayrışma ve ayrıştırma çabaları, tehlikeli bir sürece girildiğini göstermektedir. Sosyo-kültürel bir zenginlik olan millet mefhumunu baştan beri ırk ve kavim körlüğü içinde yapılan değerlendirme yanlışlarından derhal vaz geçilmelidir.
Milli kimliğimize şekil ve anlam veren tarihi, sosyal ve kültürel kaynaklarımızı silikleştirme, değersiz hale getirme niyetleri, söylemleri ve icraatları;
Milli meselelerimizi sırtımızda bir kambur olarak gören, yüzleşme ve ezber bozma adı altında stratejik konularda toplumu tavizlere karşı duyarsızlaştırılmaya çalışan anlayış;
Sürekli olarak ülkemizin bir yöresini hatırlatan ve zihinlere sınırlar ve hatlar çizdirmeyi hedefleyen yıkıcı söylemler son bulmalıdır.
Vatandaşlarımızdan bazılarını milli ve etnik azınlık olarak gören ve kültürel hakların da ötesinde onlara etnik farklılıklara dayalı siyasi statü kazandırılmasını öneren Avrupa Birliği dayatmalarına dur denilmelidir.
Terörle mücadelede binlerce şehitle geçen yılların kahramanlıklarının eleştirisi terk edilmeli, "geçmişte yapılan hataları yok saymak yanlış" denilerek terörün ve bölücülüğün gönlünü hoş tutacak söylemlerden uzak durulmalıdır.
Oluşturulan psikolojik ortamla kamuoyunun tepkisiz, devletin atalete sürüklenmesine yönelik oyunlar ve politikalar durdurulmalı, bölücülüğe karşı mücadelede yasal tedbirlerle birlikte adli, idari ve güvenlik mekanizmaları cesaretlendirilmelidir.
7. Terörle mücadele, bölücülükle mücadelenin yalnızca güvenlik ve kriminal boyutunu içermektedir. Bölücülükle kapsamlı mücadele için,
Yörenin ekonomik kalkınmasına yönelik tedbirler planlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır.
İç göç, yoksulluk, yolsuzluk, milli ve manevi iklimi ve dengeyi bozan, aile yapısını deforme eden sosyal, siyasal ve kültürel gelişmelerle ilgili tedbirler geliştirilmelidir.
Asayişsizliği ve terörü besleyen ekonomik, sosyal ve diğer etkenler üzerinde araştırmalar yapılarak terörün ve asayiş olaylarının gerçekleşmeden önlenmesi sağlanmalıdır.
Terörü besleyen kaynakların kurutularak, buna müsait bir ortam hazırlayan sosyo-ekonomik sorun ve sıkıntıların birinci öncelikli konu olarak köklü ve kalıcı çözümlere kavuşturulmalıdır.
GAP projesi biran önce bitirilmeli, kanlı terörün yuvalandığı bölgelerde devlet otoritesinin tesisi için terör örgütünün ve sivil maşası olan mahalli yapıların vatandaşlarımız üzerindeki etki, tehdit ve baskıları mutlaka kırılmalıdır.
Terörün uluslararası boyutu itibariyle siyasi, lojistik ve finans desteklerine karşı etkili tedbirler alınmalıdır.
Sonuç olarak;
Türkiye'nin milli birliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik bölücü teröre karşı hem tüm ülke sathında hem de sınır ötesinde etkili ve amansız bir mücadele verilmesi için AKP hükümeti siyasi irade ve kararlılığını somut olarak ortaya koymalıdır
Türkiye üzerinde oynanmak istenen bu melun oyunun boşa çıkarılması ancak Türk milletinin topyekün gayretiyle mümkün olacaktır. Türkiye bir uçurumun kenarına sürüklenmektedir. Bunun sonu felakettir ve dönüşü de yoktur. Bu bakımdan bu kader anında herkes aklını başına toplamalı ve Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmalıdır.
Türkiye’nin geleceği hakkında kumar oynamak ve bölücü emelleri için Türkiye’yi karanlık bir tünele zorla sürüklemek isteyenlerin hesaplarını boşa çıkarmak da hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır.
Şayet çare arayışında ısrar edilecekse, küresel dayatmalara karşı aranacak "fırsat ve çözümler" Erbil'de, Vashington'da, Brüksel'de ve Erivan'da değil, aziz Atatürk'ün bundan doksan yıl önce gösterdiği yüksek uyanıklığın, stratejik hamlenin, derin şuurun, milli heyecanın ve ileri görüşün eseri olan Başkent Ankara merkezli milli ve üniter devletin yol haritasında aranmalıdır."