Ahh ah ah…
Ne hallere düştük…
Kıçıkırık İsrail, koca Türkiye’yi dünyaya rezil ediyor…
Fotoğrafı görüp içi acımayan Türk olacağını sanmıyorum…
Yürek yakıyor resmen…
Ve…
“Hey gidi Muhsin Çelebi heyyyy” diye figan ediyorsunuz…
Sahi bilir misiniz Muhsin Çelebi’yi?
Hatırlatalım…
***
Muhsin Çelebi: cesur, doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan, akıllı bilgili, Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen, hali vakti yerinde, garibi, zayıfı gözeten bir baba yiğittir.
Sadrazamın emri üzerine huzura gelir; Ondan el etek öpmesini beklerken o eğilmez.
Sadrazam onun bu hareketine kızmasına karşın ona elçilik teklifinde bulunur.
Muhsin Çelebi bu görevi devleti için kabul eder.
Elbette ki bu büyük devletin elçisi; atları, hademeleri ve giysileriyle ihtişamlı olmalıydı. Muhsin Çelebi bu giderleri, sadrazamın ısrarına karşın, kendisinin karşılayacağını söyler. Çünkü o fedakarlığın karşılıksız olacağına inanıyordu.
Giderler için bütün varlığını rehin vererek tüccarlardan on bin altın alır.
Bu parayla ihtiyaçları karşılar.
Bir de Sırmakeş Toroğlu’ndaki: Kumaşı Hint’ten incileri Venedik’ten gelme Kralın hayatında göremeyeceği pembe incili kaftanı sekiz bin altına alır.
Bu kaftanı padişaha hediye etmek için herkes sıraya girmektedir. Muhsin Çelebi hazırlıklarını tamamlar.
Karısını iki çocuğunu akrabalarına bırakarak yola koyulur.
Muhsin Çelebi görev yerine vardığında halk ve kral onu şaşkınlıkla karşılar.
O her zamanki gibi başı dik göğsü ilerde Kralın huzuruna varır.
Padişahın mektubunu öperek uzatır.
Eteği öpülmeyen Kral sapsarı kesilir.
Muhsin Çelebi sağına soluna bakar ve oturacak bir şeyin olmadığını görür.
Bunun ayakta beklemeye mecbur bırakmak için yapılmış bir davranış olduğunu düşünerek o göz kamaştıran kaftanını tahtın önüne serer ve üzerine oturur.
Kral, vezirleri komutanları hepsi şaşkın bir haldedirler.
Muhsin Çelebi gür sesiyle: Padişahının hiçbir yabancı Kral karşısında eğilmeyeceğini ve dünyada Türk Padişahı kadar asil bir padişahın olmadığını söyleyerek huzurdan izin istemeden ayrılır.
Kapıdan çıkarken Kral’ın askeri kaftanı arkasından getirir.
Muhsin Çelebi sesini yükselterek ‘bir Türk asla yere serdiği şeyi sırtına koymaz.’diyerek oradan ayrılır.
Muhsin Çelebi sağ salim ülkeye döner.
Herkes pembe incili kaftana ne olduğunu merak eder.
Fakat o bu yaptığını anlatacak kadar küçük bir insan değildir.
Muhsin Çelebi elçilikten kalan malzemelerini satarak küçük bir bahçe alır.
Üsküdar pazarında sebze meyve satarak geçimini sağlamaya başlar.
En mühimi de, Türk asaletinin bir gereği olarak, düştüğü bu durum karşısında o hiçbir zaman yaptığı fedakarlıkla övünmemiştir.
Evet… Muhsin Çelebi’lerden buralara…
Düşündüm de…
Büyükelçimiz sırf aşağıda kalmamak için gösterilen yere değil de…
Orta yerdeki masanın üstüne otursaydı nasıl olurdu?
!!!
Yazık… Hakikaten çok yazık…
Aslında söylenecek çok şey var da…
Yutkunmak düşüyor bize…
Ve tabi…
Ömer Seyfettin’e milyon rahmet dilemek…
SELAHATTİN ŞENER YAZDI....