Milliyet Gazetesi Yazarı Fikret Bila, Hilmi Özkök'e Kürt açılımını sordu;
Eski Genelkurmay Başkanı Özkök, devlete isim verme konusunda birçok ülkenin kendilerine göre çözümler bulduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor:
“Mesela Osmanlı demiş, Selçuklu demiş, Amerikalı demiş. Ama hepsi şöyle veya böyle bir çözüm bulmuştur”
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök son günlerin en konuşulan ismi. Sadece Ergenekon soruşturmasıyla değil, ülke sorunlarına farklı yaklaşımları nedeniyle de görüşleri merak ediliyor.
Hilmi Özkök Paşa konulara sadece askeri açıdan ve güvenlik penceresinden bakmıyor; ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yönleriyle ve küresel bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
Özkök Paşa’yla “Kürt açılımı”ndan darbe günlüklerine; Başbakan Erdoğan’la ilişkilerinden Atatürkçülük anlayışına kadar gündemdeki tüm konuları açık açık konuştum.
Özkök Paşa’nın sorularıma verdiği yanıtlar şöyle :
‘Umutsuz insan ya gerici ya ayrılıkçı olur’
Türkiye hükümetin başlattığı “Kürt açılımı” sürecini tartışıyor. Siz bu sorunun çözümünde AB üyeliğini çözüm olarak gördüğünüzü söylemiştiniz. AB üyeliği bu sorunu nasıl çözer?
- Benim düşünceme göre, gününden mutlu, geleceğinden emin olmayan insanlar yeni arayışa girerler. Gününden mutlu, geleceğinden emin olan insanlar romantik duygularla bazı şeyler talep edebilirler. Ama böyle aşırı istekler ve bunu zorla elde etme hareketleri ancak mutsuzluklardan ve gelecekten emin olamamaktan kaynaklanır. İnsanların onuruyla yaşadıkları bir hayat standardına sahip olmaları çok önemlidir. Ama böyle olmayan insan ne yapar?
Ya “bu dünyada ben bunları elde edemeyeceğim” deyip öbür dünyada elde etmeye ümit bağlarlar. Aşırı dindar olurlar. Ya da etnik bir hareketle bağlantı kurarlar. Şimdi, AB’ye girmiş bir Türkiye düşünün, fert başına milli geliri 10 bini geçmiş, 15 bini bulmuş. Gününde mutlu, geleceğinden emin. Bu durumda kimse bir ayrılıkçılık amacı gütmez. Bana Esad’ın çok enteresan bir ifadesi olmuştu. Türkiye’yi ziyareti sırasında benimle de görüşmek istemişti.
Hafız Esad mı?
- Oğlu, Beşar Esad. Söz AB’den açıldı. Orada, ‘General’ dedi: ‘Türkiye AB’ye girdiği zaman Suriye AB’ye komşu olacak.’ Yani AB’ye komşu olmayı bile iyi bir şey olarak değerlendirdi. Görüşler farklı olabilir. AB’yi beğenen olur, beğenmeyen olur. Ama AB bir kurallar manzumesidir. Bir hayat standardıdır. Bir sistemdir. Buraya girdiğimiz zaman fert başına milli gelir artışı, ulaşılacak refah seviyesi, yaşam kalitesi tamamen olmasa bile ayrılıkçı fikirleri yumuşatacaktır. Bu dünyadaki hayatın da önemli ve tatminkâr olabileceği duygularını güçlendirecektir.
Tartışma kimlik üzerinden gidiyor. İşte Kürt kimliği, Türk kimliği, üst kimlik, alt kimlik. Türklüğün üst kimliği olup olmadığı tartışmaya açılıyor. Kimlik tartışmasına nasıl bakıyorsunuz?
- Bu konularda bilim adamları, psikologlar, sosyologlar çalışmalı. Bu konuda şimdiki bilgilerimle “Kimlik şu olmalıdır” diyecek yetenekte ve yetide görmüyorum kendimi. Ancak kimliği ifade edecek kelimenin lafzından ziyade manası başat kılınmalı ve halka anlatılıp buna inandırılmalıdır.
Öte yandan, bu “Sorun”un bir etnik kimlikle dillendirilmesi de kanımca işi çarpıtmakta ve çözümü güçleştirmektedir. Bu sorun bütün ulusun sorunudur.
‘Hiçbir taraf dayatmamalı’
Yani “Kürt sorunu”, “Kürt açılımı” yerine başka kavramlar mı kullanılmalı?
- Yani bu hepimizin meselesi, ulusumuzun meselesi. Sorun Güneydoğu sorunu veya Kürt sorunu olarak ele alınmamalıdır. Hepimizin meselesi olarak kabul edilmelidir. Birimizin sorununun diğerlerinin de sorunu olduğu inkâr edilebilir mi? Çözüm azmi hepimizde olmalıdır. Hiçbir taraf da dayatmamalı, hassasiyetlere dikkat edilmelidir.
Yani kavramlara ve terimlere dikkat edilmeli diyorsunuz.
‘Peruk mu, şapka mı?’
- Şimdi bir hikâye anlatırlar: Bir adam yurtdışından gelmiş gümrükten geçecek. Adam peruk kullanıyormuş. Gümrük memuru sormuş: Bu nedir? Adam çıkarmış başından demiş ki: Bu peruktur. Gümrük memuru, gümrük vergisine tabi olmayan, yolcuların yanında getirebilecekleri eşyalar listesine bakmış, demiş ki: Bu listede peruk yok. Gümrük vergisi vereceksiniz.
Adam nasıl olur diye itiraz etmiş, bu benim peruğum, takıyorum, saçım yani... Yok, demiş memur, listede yok, gümrükten vergi vermeden geçiremezsiniz. Bu sırada sıradaki biri yolcuya “Sen kuyruktan çık, şöyle yanıma gel” demiş. Sonra eğilmiş yolcunun kulağına bir şeyler söylemiş. Yolcu tekrar sıraya girmiş.
Yeniden gümrük memurunun önüne gelmiş. Memur peruğu göstererek yine sormuş: Bu nedir? Yolcu bu defa “Bu şapkadır” demiş. Memur itiraz etmiş: “Nasıl şapka?”
Yolcu, “Saç kıllı şapka” demiş. “Tüylüsü olur da saç kıllısı neden olmasın? Böyle takıyorum.”
Tabii, şapka, yolcunun yanında getirebileceği gümrüksüz eşyalar listesinde var. Ve böylece gümrükten geçmiş.
Yani kavramların ve terimlerin seçilmesi, nasıl sunulduğu da çok önemlidir.
‘Koçbaşı gibi kafayı aynı yere vurmamak lazım’
Devletin izlediği politikalar da eleştiriliyor. Siz ne diyorsunuz? Sizce devlet ne yapmalı?
- Şimdi bir engeli aşmak için farklı yollar vardır. Eskiden kale kapılarını kırıp içeriye girmek için uzun bir direğin ucundaki koç başına benzeyen bir aygıt kullanılırdı. Buna muhasara koçu denirdi. Direği taşıyan onlarca asker kapının aynı yerine defalarca vurarak kapıyı kırıp açmaya çalışırdı. Kafayı muhasara koçu gibi hep aynı yere vurmak doğru değildir. Çünkü karşı taraf oraya vuracağınızı biliyor ve tedbirini alıyor. Veya eylem tıkanıyor.
Mesela İstanbul’un fethinde Fatih bunu görmüş. Koçbaşıyla kale kapılarının hep aynı yerine vurmak sonuç vermemiş. O ne yapmış? Gemileri karadan Haliç’e indirmiş, yeni toplar yaptırmış, surları başka yerden vurmuş ve İstanbul’u fethetmiş. Dünya savaşlarında da örnekleri vardır. Aşılamaz sanılan hatlar kuşatılarak veya arkaya asker indirilerek aşılmış. Böyle düşünmek lazım. Kafayı hep aynı yere vurmamak lazım. Başka yönleri çözümleri dememek lazım. Sonra askerlikte şöyle denir; Her harekâtın yedek planları da olmalıdır.
‘Biz de çözüm bulmalıyız’
Anayasa’nın 66. maddesinde bir tanım var. Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türktür, diyor. Bu maddenin değişmesi gerektiğini savunanlar var. Siz ne diyorsunuz?
- Şimdi şöyle. Atatürk’ün söylediği bir söz vardır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına, Türk milleti denir. Böyle bir tarif yapar. Ne Mutlu Türküm diyene sözünden de anlaşıldığı gibi Türk bir genel “sıfat kelime” olarak ifade edilmiştir. Türk kelimesi etnik kökeni ifade amacıyla değil, bir genelleme yaparak, kimseye bir ayrıcalık atfetmeksizin bütün Türkiye vatandaşlarını kastederek kullanılmıştır. Kelimenin lafzını değil anlamını, manasını dikkate almak lazım. Anlamında halk ikna edilmelidir. Bu kelime kullanılıyor ama anlamı budur denmelidir.
Devlete isim verme konusunda birçok ülke kendilerine göre çözümler bulmuştur. Mesela Osmanlı demiş, Selçuklu demiş, Amerikalı demiş. Genellikle çok etnisiteli ülkeler etnik referans vermekten bazen çekinmişlerdir. Hatta tarafsız olsun diye başka uluslardan kral ödünç alanlara bile rastlamak mümkündür. Ama hepsi şöyle veya böyle bir çözüm bulmuştur.
Biz de çözüm bulmalıyız. Bunları ifade ederken Türkiye’nin adını değiştirmeyi teklif ettiğim sanılmasın. Esasen bunu düşünen ve ifade edene rastlamadım. Amacım çözüm yollarının çeşitli olabileceğine dikkat çekmektir.
Birçok akıllı insan vardır Türkiye’de. Oturup bunu konuşacaklar, bir çözüm önerecektirler. Ama dediğim gibi çözüm geniş bir katılımcılıkla olmalı, dayatma, başlamadan bitirme olmamalıdır. Çözüme ulaşmada bütün taraflara rol ve sorumluluk düşüyor.
‘Politik güç, en büyük milli güçtür’
Kürt meselesi denilen meseleyi çözebilirse Türkiye, ilerisi çok aydınlık olur, çok güçlü olur görüşüne nasıl bakıyorsunuz?
- Çözümün güçlü bir Türkiye’ye yol açması şartıyla bu doğrudur. Ama ille çözüm diye tutturur da yanlış işler yaparsanız, yanlış çözüm bulursanız iyiye değil de kötüye gider. Çünkü bu sosyal olaylarda matematik gibi her seferinde 2 çarpı 2 eşittir 4 kuralı çalışmayabilir. Bu olmuyor. Girişim iyi yönetilmezse sonuçlar hep bize birer engeldir. Ne yönde engeldir? Birçok yönden engeldir. Bir defa politik gücümüzü zayıflatır. Politik güç en büyük milli güçtür. Birliğini beraberliğini sağlayamayan bir ülke, politik gücünü kaybeder. Ekonomik gücü zayıflar.
Çözümlenemeyen bu sorun yüzünden kaybedilen canları, acıları, malzemeleri düşünün. Bu kayıplar olmasaydı Türkiye şimdi bulunduğu yerden ilerde olurdu. Bundan herkes yararlanırdı. Bu işten sıkıntı çektiğini söyleyenler de yararlanırdı. Tabii çözümün doğru olması şartıyla.
Ayrıştıracak bir şey değil de bütünleştirecek bir şey.
- Çözüm bütünleştirecek tabii. Ayrıştırıcı çözüm olur mu? Ayrıştıracak çözümü açıkça öneren bile yok şimdilik. Sadece karşılıklı suçlamalar var. Aynı şeyi savunanlar bile birbirini ayrıştırıcılıkla suçluyor, kendilerini birleştirici olmakla övüyor. Ben galiba güdük siyasal bilgim nedeniyle doğrusu söylenenleri anlayamıyorum. Bilim adamlarını önermem bundandır. Onlar ileriye dönük geniş perspektiflerden bakacaklardır meseleye. Kısır siyasi çekişmelere girmeyeceklerdir. Sonuçta çözümü gene siyasiler onaylayarak sorumluluğunu yerine getirecektir. Ancak çözüme acı çekmeden ulaşılabilecektir.
‘Terör örgütüyle konuşulmaz’
Yöntem hakkında ne düşünüyorsunuz? Hükümetin izlediği yöntem eleştiriliyor. Hükümet terör örgütüyle pazarlık yapıyor, terör örgütüyle oturulmaz, konuşulmaz, deniliyor. Bu eleştirilere ne diyorsunuz?
- Terör örgütüyle konuşulmaz. O konuda ben de aynı görüşteyim. Silahı eline alıp dağa çıkmış kişiyle konuşulmaz. Bakın harplerde bile sonunda politikacılar oturur, sürdürür. Askerler teknik konuları görüşür. Diğerlerini siviller yapar. Kanunlara karşı gelmiş, dağa çıkmış o kişiyle oturduğun zaman çok vahim bir durum olur. Ama kesinlikle PKK’nın silahlı bir örgüt olarak bu işte yer almasının çok yanlış olacağını ve meseleyi baştan tıkayacağını düşünüyorum. Dediğim gibi siyasi kanatta bu yapılıyor şimdi. DTP gelmiş meclise girmiş. Diğer partiler içersinde de o bölgenin bir sürü insanı var. Yani yöntem nasıl olur onu ben bilemiyorum. Tabii, şu anda hangi aşamada ne düşünülüyor onu bilemiyorum. İçişleri Bakanı bir yöntem izliyor. Ama daha ne yapacakları ortada yok. Tabii bu çok önemli meseleyi çok akıllıca yürütmek lazım. İnşallah iyi hazırlıkların sonunda başlanmıştır, ümit ederim.
Öcalan sürece katılırsa süreç tıkanır
İmralı’dan Öcalan da katılsın, o da muhatap alınsın taleplerine ne diyorsunuz?
- Şimdi İmralı’daki kişi PKK’nın komutanı yani. Şimdi Amerikan generalleri vardır, harpte hiç silah taşımamışlardır. O generaller, ‘iş benim tabancaya kaldıysa’ demişlerdir. Şimdi terör örgütünün başıdır kendisi. Kabul etmek mümkün değil. Yani katkısını şu veya bu şekilde yapacaksa onu bilemem. Herkesin sorumlulukları vardır. Vatandaş olarak benim bile sorumluluğum var. Resmi olarak ne terör örgütünün ne de başı olan Öcalan’ın bu sürece katılması doğru olur. Resmi olarak katılmasının süreci tıkayacağını düşünüyorum.
Ama kendi yapacağı bir şey varsa yapar görüşüne ne diyorsunuz?
- Kendiliğinden yaparsa yapar. Ona bir şey denilmez yani. Kendi yaparsa olur.
Olumlu katkısı olacaksa anlamında mı söylüyorsunuz?
- Olumlu katkısı olacaksa, kendisi yapacaksa anlamında söylüyorum.