12 Eylül; Masum Değilsiniz Hiçbiriniz!..
Yakın tarihimizin miladı olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi, bir kez daha sorgulanacak toplum vicdanında. Bir kez daha faili Kenan Evren ve çevresi olan generaller cuntasından hesap istenecek. Ama, şöyle soralım: Sadece hesap vermesi gerekenler Evren ve çetesi midir? Ya onları 12 Eylül’e cesaretlendiren, teşvik eden iç ve dış failler? Onlara iktidarları boyunca yardakçılık yapanlar? 12 Eylül düzenini 1982 Anayasası’na geçirerek, bugünkü hayatımıza içselleştirenler? Onlardan hesap sormadan, 12 Eylül yargılanabilir mi?..
Mesela TÜSİAD’ı, o dönemin yönetimini sorgulamayan bir 12 Eylül soruşturması adil olabilir mi? 1978’de kurulan Ecevit hükümetini gazete ilanlarıyla düşürmeye çalışan, sonra programını Demirel Başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe’ye ve onun tetikçilerine uygulatan TÜSİAD’ı, TÜSİAD’ın arka planında yeni bir ekonomik modeli dayatan IMF-Dünya Bankası ikilisini nasıl dışarıda tutabiliriz?
***
Hatırlayın; 1950’lerden 1970’lere izlenen ithal ikameci, iç pazara dönük birikim modeli artık işlemiyordu. Döviz kazandırmayan ve döviz ihtiyacını borç-harçla kapatan bir birikim kulvarından, döviz kazandıran “ihracata dönük ekonomi” modeli gerekiyor diyordu IMF-Dünya Bankası ikilisi ve TÜSİAD, TİSK, TOBB.. bütün bu patron örgütleri de buna iman etmişlerdi. Ama bir engel vardı. Böyle bir ekonomik modele geçiş, anti-sendikal önlemler istiyordu. DİSK’i bertaraf etmek, grevleri zorlaştırmak, işçileri uysallaştırmak gerekiyordu. Böyle bir model, piyasa, liberalizm bayrağını yükseltiyor; sosyal devlet, kamu sektörü vb. yapıları dışlıyordu. Mal ve sermaye hareketlerine, yabancı sermaye girişine, özelleştirmelere yol açılmalı.. hem de ardına kadar diyordu. Bütün bunları 1970’li yılların yükselmiş halk muhalefetine rağmen, sendikacıl mücadelelere rağmen yapmak mümkün değildi. 12 Eylül bunun için gerekliydi.
Önce ne yaptılar? En militan işveren sendikası MESS’in Başkanı, Sabancı Koordinatörü, Nakşi tarikatından Turgut Özal’ı, Demirel’in müsteşarı yapıp 24 Ocak paketi ile girizgâhı yaptılar. IMF programını hemen uygulayıp dehşetli bir devalüasyon ve zam yağmuruyla ilk hücumu gerçekleştirdiler. Ama karşılarında halk muhalefetini, 85 bine ulaşan grevcilerin çadırlarını görünce, kendi ifadeleriyle şartları biraz daha olgunlaştırdılar, “sağ-sol çatışması”na ordunun müdahalesi adı altında, 24 Ocak’ın eksik kalan ayağını, 12 Eylül darbesi ile tamamladılar. Ve gelir gelmez DİSK’i kapadılar, grevleri yasakladılar. Türk-İş genel sekreterini hükümete alıp yanlarına çektiler. Partileri kapadılar, en ılımlılara bile kan kusturdular.
TÜSİAD ve çevresi çok mutluydu. Patronlar dünyasının duayeni Vehbi Koç’un 3 Ekim 1981 tarihinde Kenan Evren’e yazdığı mektuptaki şu satırları nasıl unutabiliriz:
“Şimdi, faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek Türk işçisini istismar ediyor propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır… İşçi sınıfını ayaklandırmak amacıyla, Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir… Basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir.” (Tam metin için bkz: M. Sönmez, Kırk Haramiler, Arkadaş Y. 1990)
Ya dönemin TİSK Başkanı Halit Narin’in, sendika ve grev hakkını kullanan işçileri kastederek, “Bugüne kadar işçiler güldü bizler ağladık, şimdi gülme sırası bizde” diye attığı sevinç naralarını...
Bunca iç etkenin yanında dış tazyik de vardı tabii. ABD vardı en başta. Bölgenin jeo-politik ihtiyaçları, NATO’nun güney kanadındaki Türkiye’de sözde bir demokrasiye dahi tahammül gösteremeyecek tahammülsüzlükteydi..Paşalar işte bu “iç ve dış talepler” karşısında 12 Eylül için koşulları “olgunlaştırdılar” ve 12 Eylül sabaha karşı, ünlü, “our boys have done it” sözünü hayata geçirdiler.
***
Masum olmayan sadece onlar mı? Ya medyadaki uzantılar? Şimdinin “sivil toplumcu” medya mensuplarının bir zamanlar ne denli “darbesever” olduğunu unutabilir miyiz? Nazlı Ilıcak’ın, işkenceleri meşrulaştırmak için “Efendim, mesela bir terörist bir şehri havaya uçuracak bombayı yerleştirdikten sonra ele geçirilmiş, şimdi bu şehrin insanlarını kurtarmak için ona işkence yapılmasın mı?” diye yazılar döktürdüğünü unutabilir miyiz? 12 Eylül zihniyetinin hizmetinde, devrimcilere küfür eden “Sudaki İz” gibi paçavraları kaleme alıp şöhrete bu küfürlerle ulaşan Ahmet Altan’ı unutabilir miyiz? Devletin resmi ideolojisi Türk-İslam sentezi olarak belirlenip bunun kadroları oluşturulurken Sızıntı dergisinde Kenan Evren’e “kurtarıcı bir melek” diye övgüler düzen Fethullah Gülen’i, 12 Eylül bahsinde unutmak olur mu?
12 Eylül’ün yardımcı ve yardakçıları, bilin ki, masum değilsiniz hiçbiriniz…