Vatan Gazetesi Yazarı Ruşen Çakır, Bağdat dönüşünde, Ahmet Davutoğlu'ndan edindiği izlenimleri yazdı;
Ankara, Dağlıca’nın ardından dört koldan yoğun bir diplomatik girişim başlattı... Baskının ardından yaşananlar hükümeti ve TSK’yı, Türkiye’nin bu sorunu ancak kendi başına çözebileceği noktasına getirmişe benziyor...
Önceki gün, dört meslektaşımla birlikte günübirlik Bağdat ziyaretlerinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’a eşlik ettik. Gezinin amacı Ekim ya da Kasım ayında Bağdat’ta düzenlenecek olan Türkiye-Irak Yüksek Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısının hazırlıklarını gözden geçirmekti, dolayısıyla ekonomi ağırlıklı konu olarak dikkat çekiyordu. Bununla birlikte PKK ve dolayısıyla Kürt sorunu, özellikle Davutoğlu’nun ikili görüşmelerinde detaylı bir şekilde ele alındı.
Davutoğlu ile Bağdat yolunda ve dönüşünde uzun uzun sohbet etme imkanı bulduk. Tabii ki muhabbetimiz dönüp dolaşıp “Kürt açılımı” na geldi. Davutoğlu bütün ısrarlarımıza rağmen açılımın detayları hakkında en ufak bir bilgi vermedi. Bununla birlikte kimi zaman bir devlet adamı, kimi zaman da bir entelektüel, bir sosyal bilimci olarak PKK ve Kürt sorunu hakkındaki görüşlerini bizlerle paylaştı, tartıştı. Başbakan Başdanışmanı olduğu dönemde İstanbul, Ankara, Washington ve New York’ta kendisiyle yine böyle ortamlarda ya da kimi durumda başbaşa uzun sohbetlerde bulunmuş biri olarak, Davutoğlu’nun bakan olduktan sonra da eski samimiyetini, dürüstlüğünü ve açıkszölülüğünü koruyor olduğunu görmek beni sevindirdi.
Bazı izlenimler
Davutoğlu ile kesintili yaklaşık üç saat süren sohbet ve tartışmalarımızdan edindiğim bazı izlenimleri aktarmak istiyorum:
1) Tahmin ettiğim gibi Davutoğlu, son Kürt açılımının fikri altyapısının oluşturulması ve hayata geçirilmesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ardından, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile birlikte en kilit rollerden birini üstleniyor.
2) Kürt açılımının uluslararası ayağının çok önemli olacağını, ayrıca Irak’la, bu ülkedeki farklı gruplar ve işgali sürdüren ABD ile ilişkilerin hayli önem arz ettiğini kestirmek hiç de zor değil. Fakat buradan hareketle açılımın bir “yabancı prodüksiyonu” (daha çok da Amerikan malı) olduğunu ileri sürenler çok büyük bir yanlışa imza atıyorlar. Her şey bir yana, Türk dış politikasında Washington’a rağmen bir dizi hayati çıkışın yapılmasında ön planda olan (ve bu yüzden Amerikan yönetiminin ve ülkemizdeki Amerikancıların uzun bir süre günah keçisi olan) Davutoğlu’nun varlığı böylesi spekülasyonları boşa çıkartmaya tek başına yeter.
3) Hükümet hem açılımı hayata geçirmekte çok kararlı, hem de bundan sonuç alınacağına ciddi olarak inanıyor. Yine Davutoğlu ile sohbetimizden hükümetin muhalefetin süreç dışında kalmasını tercih etmesinin kesinlikle söz konusu olmadığı sonucuna vardım. Bununla birlikte muhalefetle birlikte yol almanın çok da kolay olmayacağını çok iyi bildiklerini de gördüm.
4) Anladığım kadarıyla bu derece kapsamlı bir açılıma karar verilmesinde 21 Ekim 2007 tarihinde PKK’nın Hakkari Yüksekova’nın Dağlıca köyünde konuşlanan tabura saldırısı dönüm noktası olmuş.
PKK’nın gücü sorunu
Şu noktanın altını çizmek istiyorum: Bu, Bakan Davutoğlu’nun yaptığı bir tespit değil. Kendisiyle yaptığımız sohbetlerin ışığında bu değerlendirme kafamda şekillendi. İstanbul’a vardıktan sonra Dağlıca baskının detaylarını yeniden inceledim, o tarihte, kendiminkiler dahil, yazılanları okudum. Hatırlanacağı gibi Dağlıca’nın ardından iki farklı analiz yapılmıştı: İlk gruptakiler bu baskını PKK’nın bir nevi intiharı gibi görmüş, TSK’nın düzenleyeceği bir kara harekatıyla örgütün büyük ölçüde tasfiye edilebileceğini savunmuşlardı.
Benim de içinde yer aldığım ikinci gruptakilerse, baskının, PKK’nın zayıflığını değil gücünü gösterdiğini, örgütün Türkiye’yi Irak’ta bataklığa çekmek istediğini ileri sürmüştü. Ülkeyi yönetenler de benzer bir görüşte olmalılar ki, TBMM’nin onay vermiş olmasına rağmen hava harekatıyla yetinilip karadan PKK üslerine saldırmak için 2008 yılının Şubat ayı sonları beklendi.
Dağlıca’nın ardından Ankara dört koldan yoğun bir diplomatik girişim başlattı. Dönemin ABD Başkanı Bush nihayet Türkiye ile “anlık istihbarat” paylaşımına razı oldu. Ne var ki PKK’nın 3 Ekim 2008 günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde Aktütün sınır karakoluna saldırıp 15 askeri şehit etmesi, bütün askeri önlemlere rağmen örgütü bitirmenin pek kolay olmadığını bir kez daha gözler önüne serecekti.
Biz çözeriz
Toparlayacak olursak: Dağlıca baskını ve ardından yaşananlar AKP hükümetini ve benzer bir şekilde TSK’yı, ne yapıp edip bu kısır döngünün bir an önce kırılması gerektiği; her ne kadar komşu ve müteffik ülkelerden her türlü katkı ve işbirliği için yoğun çabalar gösterilse de, Türkiye’nin bu sorunu ancak ve ancak kendi başına çözebileceği noktasına getirmişe benziyor.
Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, içine girmiş olduğumuz, Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözme sürecinde provokasyonlar konusunda çok dikkatli olunması gerektiği yolundaki uyarısını önemsiyorum. Eğer “başkaları” nın kışkırtma girişimlerini boşa çıkararısak Türkiue olarak biz bu sorunu pekala çözebiliriz ve çözme yolunda da şimdiden hiç yabana atılmayacak bir yol almış durumdayız.
Tükiye’yi sarsan saldırı
Dağlıca Tabur Komutanlığı’na 21 Ekim 2007 gecesi kalabalık bir terörist grup tarafından yapılan saldırıda 12 asker şehit olmuş, 16 asker yaralanmış, 8 asker ise teröristler tarafından kaçırılmıştı. Uzun aradan sonra böyle çok sayıda askerin şehit olması büyük öfke yarattı. Örgütün K.Irak kamplarına götürülen askerler 14 gün sonra serbest bırakıldı. Askerlerin bırakılması için DTP’li vekiller arabuluculuk yaptı. 8 asker tutuklandı. 2 Şubat 2008’de tahliye olan askerlerin yargılanması sürüyor. Baskının ardından bazı basın organları Dağlıca baskınının daha önceden bilindiğine dair yayınlar yaptı. Genelkurmay, sert açıklamayla yanıt verdi.