Türkiye’de en yüksekte kurulmuş en büyük kent olmasının yanında, Orta ve Kuzey Amerika, Orta ve Kuzey Afrika ile Avrupa ve Asya’nın da en yüksekte kurulu şehrinin, Erzurum olduğu bildirildi. Bu özellik Erzurum’a, dünyanın birçok şehrinden farklı bir ayrıcalık kazandırırken, söz konusu niteliğin en büyük dezavantajının ise, hava kirliliği olduğu kaydedildi.
Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi (KKEF) Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayati Doğanay, Erzurum’u dünyanın birçok şehrin ayıran en büyük jeomorfolojik ayrıcalığı ve bu ayrıcalık yüzünden karşılaşılan hava kirliliği sorunuyla ilgili olarak bilgiler verdi. Erzurum’un kent yerleşim alanı ortalama yükseltisinin bin 853 metre olduğunu söyleyen Doğanay, “Erzurum, Türkiye’de en yüksekte kurulmuş en büyük kent olmasının yanında, Kuzey Yarımküre’de, yani Orta ve Kuzey Amerika, Orta ve Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’nın da, yine en yüksekte kurulmuş en büyük kenti olma özelliği taşımaktadır. Bugün bu ortalama yükselti, amaçsız ve hesapsız bir şekilde kentin alabildiğine yatay büyütülmesi nedeniyle, kuzeyde Karasu üzerinde bin 760 metreye düşerken, güneyde Palandöken eteklerinde 2 bin 200 metreyi aşmakta ve kentin tarihi çekirdeğini oluşturan İç Kale platformunda bin 950 metre dolayında bulunmaktadır.” diye konuştu.
Erzurum’u dünyanın birçok kentinden ayrıcalıklı kılan bu özelliğinin, beraberinde günümüzün en büyük çevre sorunu olan hava kirliliğinin yaşanmasına neden olduğunu anlatan Doğanay, şehrin, kendi adını verdiği Erzurum Ovası’nın 825 kilometre güneydoğu uzantıları üzerinde yer aldığını belirtti. Hem bu yüksek ova ünitesi, hem de bu ünitenin devamı üzerinde kurulu bulunan Erzurum’un, kuzey ve güneyden de, yüksek dağ kitleleri ile çevrili olduğunu vurgulayan Doğanay, “Bunlardan, kentin periferisinde romantik bir arka fon teşkil eden ve güneyde yer alan Palandökenler, ortalama 2 bin 500 metrelik bir yükselti gösterirler. Palandöken gediği veya Tekman Boğazı ile az-çok yarılmış olmalarına rağmen 3 bin 176 metreyi bulan Ejder tepesi ve 3 bin 102 metre dolayındaki Eğerli tepeleri ile kenti güneyden adeta dev bir ihata duvarı gibi güney rüzgarlarına kısmen kapatmışlardır.” dedi.
Erzurum’un, güneyden olduğu gibi, kuzeyden de yüksek dağ kitleleri ile kuşatıldığına dikkati çeken Prof. Dr. Doğanay, “ortalama yükseltisi 2 bin 500 metreyi bulan bu dağlar, Dumlu dağları ve Kargapazarı dağları kütlelerinden oluşurlar. Bunlar da tıpkı dev bir duvar gibi, Erzurum Ovası’nı kuzey rüzgarlarına, yani Karadeniz’e kapatmışlardır.” şeklinde konuştu.
Erzurum’un, topografik adı verilen bu engeller yüzünden kuzey ve güneyden cereyan edecek hava dolaşımı ile kent havasını doğal olarak temizleyecek önemli bir mekanik güçten mahrum kaldığını ifade eden Prof. Dr. Doğanay, “Erzurum’da hakim rüzgar yönü, başka bir ifadeyle; yıl boyunca en fazla esme sayısına sahip ve dolayısıyla da kent üzerinde esas hava sirkülasyonunu temizleyecek rüzgarlar, güneybatı rüzgarları olup, Palandökenler, bir duvar gibi bu rüzgarın önünü kesmektedir.” dedi.
Erzurum’daki hava kirliliği sorununu, sadece topografik etkenlere bağlamanın yanlış olacağını, ancak sorunun oluşmasındaki en büyük doğal faktörün bu olduğuna dikkati çeken Doğanay, “Kenti kuzey ve güneyden kuşatmış olan dağlar, kent alanı üzerindeki hava sirkülasyonu akımlarını büyük ölçüde zayıflatmaktadır. Kent içi yapı adaları da, plansız ve bu akımlara teğet gelecek şekilde konuşlandırıldığından, rüzgar akımlarını büsbütün zayıflatmakta ve özellikle kış mevsimlerinde daha çok oluşan dinamik yüksek basınç, ağır ve kirli hava kütlelerinin kent yerleşim alanı üzerine çökmesine neden olmaktadır.” ifadelerini kullandı.