Zaman Gazetesi Yazarı Tarihçi Mustafa Armağan, Haber Türk Gazetesi`ndeki yazısından dolayı Tarihçi Murat Bardakçı`yı eleştirdi. Yazar Armağan, yazısında Bardakçı`nın yayınladığı belge için görenlerin gözlerine inanamayacağı ifadesini kullanıyor.
İşte Armanğan`ın yazısı:
15 Mart 2009 günü `Haber Türk`ün sürmanşetini görenler gözlerine inanamamış olmalı. Haberde Abdülhamid`in Siyonistlerle vatan pazarlığı yaptığı belirtiliyor, Osmanlıca bir `belge`nin eşliğinde `Abdülhamid`in adı etrafındaki bir efsane de son buldu.` deniliyordu.
Gülüp geçtim, zira yeni hiçbir şey yoktu. Hem orada anlatılanları 22 Şubat 2009`da bu köşede yazmıştım hem de bütün uğraşmalarıma rağmen yazıda `Abdülhamid efsanesi`ni bitiren belgeyi bir türlü göremiyordum. Sürmanşete çekilen belge ise Sultan`ın Siyonistlere vatan sattığını değil, tam tersine, Filistin`e Yahudi göçünü yasakladığını söylüyordu!
Neresinden tutsanız elinizde kalan bu yazıya aynı gün Ülke TV`deki programımda gereken cevapları verdim. Çok geçmeden gazetesinde köpürürken gördüm onu. Güya ben ve benim gibi Abdülhamid`i sahiplenenler, onun sırtından geçiniyormuşuz! Bir kere Abdülhamid`den geçinebilmek, tek kelimeyle şereftir. Ama sizin gibi çamur atarak değil, bu mazlum insanın hakkını tarihin dişlerinin arasından söküp alarak geçinmek. İkincisi, yıllar yılı hanedanın sırtından geçinen, verdikleri belgelerle yalan yanlış kitaplar yazan, belgeseller yapan ve bunları fahiş fiyatlarla satan birinin (mesela `Şahbaba`nın fiyatı tam 44 TL`dir) kalkıp da birilerini Osmanlı`dan geçinmekle suçlaması yavuz hırsızlık değilse nedir? Üç: Kimseyi beğenmeyen hazret, ne yazık ki doğru dürüst Osmanlıca okuyamamaktadır.
Aşağıda Bardakçı`nın kırdığı cevizleri okuyacaksınız. Kendisi gibi günlerce ve tam sayfa yazma imkânım olmadığından ne yazık ki günah galerisinin sadece bir kısmını gezdirebileceğim sizlere.
Bir efsaneyi bitirdiğini iddia ettiği yazıda Siyonist lider Theodor Herzl`in Abdülhamid`le görüşme tarihini 2 yerde 19 Mayıs 1901, 2 yerde ise 19 Mayıs 1902 olarak veriyor. Aynı yazıdaki bu basit çelişkiyi bile fark edemeyen birinin başkasında suç bulmaya yüzü kalmamalı, ama nerde? Üstelik verilen 19 Mayıs tarihi de hatalı. Çünkü Herzl, günlüğüne evet 19 Mayıs tarihini atmıştır ama dikkatli okunduğunda daha önce fırsat bulup da yazamadığını söylemekte ve huzura cuma günü çıktığını kaydetmektedir. Üstelik 19 Mayıs günü pazara denk gelir. Yani görüşmenin doğru tarihi 17 Mayıs 1901`dir.
Yine gazetenin ilk sayfasında Abdülhamid`in Yahudilere Mezopotamya`ya yerleşmeyi teklif ettiği belirtiliyor ve `az daha İsrail, Kuzey Irak`ta kurulacaktı` deniliyor. Bir kere Mezopotamya, Kuzey Irak`tan ibaret değildir. Basra Körfezi`ne kadar uzanır. 2. Siyonistler ne düşünürse düşünsün, Abdülhamid için bu bir toprak satış görüşmesi değildir. Bir Osmanlı belgesinde denildiği gibi Mezopotamya`da `üç aile şuraya, beş aile buraya` yerleştirilecek, toplu yerleşim olmayacak ve kesinlikle Filistin`e yerleşilmeyecektir. Bu, dedesi II. Bayezid`in Yahudilere kucak açması türünden bir Müslüman hükümdarın zor durumda kalan gayrimüslimlere sığınma hakkı tanıması işlemidir.
İşte `Şahbaba` (8. baskı, 2002) kitabındaki bazı hatalar:
Sayfa 2`de Vahdettin`in kızı Ulviye Sultan`ın evliliği 1916 olarak gösteriliyor ki, doğrusu 1914 olacaktır. (Nitekim kitabın 62. sayfasında doğru tarih yazılı.)
Sayfa 16`da Necip Fazıl Kısakürek`in `Vahidüddin` kitabı hakkındaki bilgiler tamamen yanlıştır. Güya kitap 1975`te çıkmış da, çıkar çıkmaz toplatılmış imiş. Bir kere kitap 1968`de çıkmış olup külyutmaz tarihçimiz elindeki nüshaya iyi bakarsa, 7 yıl sonra yapılan 2. baskısını tuttuğunu görecektir. 3. baskısı 1976`da yapılmıştır, toplatma kararı da işte bu baskı içindir.
Sayfa 25`te iktisat tarihçiliğine soyunan yazar, Osmanlı`da ilk dış borçlanmanın 1855`te yapıldığını sanıyor. Oysa ilk dış borcu, bundan bir yıl önce almıştık (24 Ağustos 1854).
Bütün Osmanlı kaynaklarında yazılanları silip atan yazarımız, Vahdettin`in kızı Sabiha Sultan`ın sözlü hatıralarını esas alıyor (s. 610) ve Vahdettin`in annesi Gülistû Kadınefendi`nin, kocası Abdülmecid`den 4 yıl sonra öldüğünü yazıyor. Halbuki Gülistû Kadınefendi, kocasından bir ay önce ölmüştür ve dolayısıyla hiç dul kalmamıştır! Yani Vahdettin önce annesini, sonra babasını kaybediyor ve üvey anne elinde büyüyor. Hanedanın verdiği belgeleri kritik etmeden kullandığı için Sabiha Sultan`ın iki yerde çelişkili ifadelerde bulunduğunu da göremiyor. Suat Hayri Ürgüplü`ye Vahdettin`in, babasının ölümünden birkaç ay sonra doğduğunu söyleyen Sabiha Sultan, Belge 20 olarak sunulan yazılı hatıralarında (s. 491) ise Vahdettin`in babasını 6 aylıkken kaybettiğini yazıyor. Bir insan hem babasının ölümünden birkaç ay sonra doğacak hem de 6 aylıkken babasını kaybetmiş olacak! Pes yani!
`Şahbaba`nın 52. sayfasında Sultan Reşad için `Sakalı kana boyanır inşaallah!` bedduasını savuranın Münire Sultan olduğunu söylerken, `Son Osmanlılar` kitabında (2006, s. 73) bu sözü annesi Sezaidil Hanım`a söyletiyor. İyi de kim etti bu bedduayı? Bağrı yanık anne mi, yoksa kocası idam edilen kızı mı?
Bazılarını büyüteç yardımıyla okuduğum belgelerdeki hatalardan birkaçı şunlar:
Sayfa 451`de `şerzemme` diye bir kelime geçiyor. Doğrusu `şirzime`dir.
467`de okuyamadığını söylediği kelimeyi hayrına ben yazayım: `İhtâr`.
472`de Vahdettin`in kızı Ulviye`ye yazdığı mektupta şöyle bir cümle geçiyor: `Bilmiyorum, yine bir sûizanna mı kapıldın!` Oysa mektubun orijinalindeki cümle şu: `Bilmiyorum, yine ben suizanna mı kapıldım.` Gördüğünüz gibi anlam tamamen değişiyor.
479`da okuyamadığı için boş bıraktığı iki kelime benden olsun: `bir ferd-i millet...`
Külyutmaz yazarımız `sevilen`i, `sevilmez`, `hüve`yi `nüve` yapabiliyor (s. 556-7). 564`teki `bendenizde` kelimesinin doğrusu ise `kalbimde`dir.
Bütün bunlar neyse de, Latin harfleriyle yazılı bir metni bile hatasız okuyamadığını söylersem lafı uzatmama gerek kalmayacak. Ürgüplü`nün Sabiha Sultan`la konuşması sırasında aldığı notların kitapta yayınlanan tek sayfasında tam 2 hata buldum. Bardakçı metni şöyle okumuş: `Kendi kendime çok dikkatle dinlediğim bu anıları, kendisi ile yalnız konuşmamız sırasındaki sualli-cevaplı bilgileri serpiştirerek tarihe emanet ediyorum.` (s. 511) Halbuki orijinalinde Ürgüplü, `kendisi ile` değil, `kendimden`; `sırasında` değil, `esnasında` diyor. Yani Latin harfleriyle kaleme alınmış bir el yazısını bile kaşını gözünü yarmadan aktaramayan bir tarihçi karşısındayız.
Bir facia olan `Talât Paşa` kitabındaki okuma hatalarına ise maalesef yerimiz kalmadı. Arzu ederse (veya ederseniz) `Ereğli`yi nasıl `Erkilet` okuduğunu veya hem de başlıkta `Mülhakatından` kelimesini nasıl `Mültecilerinden` okumayı başardığını da yazarım.
Siz karar verin şimdi: Biten kimin efsanesiymiş?