Tortum’a bağlı Serdarlı Beldesinde HES Projeleri gerekçesiyle yaşanan protesto olayları Ulusal bazda da gündem oluşturuyor.
Sivil toplum örgütleri başta olmak üzere siyasi parti temsilcilerinin de eleştirdiği ve toplumsal yaşam koşulları ile çevre etkilerinin göz önüne alınmadan başlatılan girişimlerin, “insanı öteleyen” bir anlayışın ürünü olduğunun altının çizildiği eleştirilerden en anlamlı ve bilimsel olanı Serdalı Dayanışma Platformu sözcüsü Ziraat Mühendisi Gürsel Engin’den geldi.
//ENGİN’İN AÇIKLAMASI
Engin yaptığı yazılı açıklamada “Son yıllarda giderek büyüyen enerji açığını kapatmaya yönelik olarak hükümetler tarafından geliştiren projeler, uygulama aşamasında önemli bir toplumsal direçle karşı karşıya kalmaktadır” diyerek, şöyle devam etti: “Sorun, bu projelerden elde edilecek enerjiye karşın ödenecek bedelin oldukça ağır olmasıdır. Bu durum, toplumları ödenecek bedel ve elde edilecek çıktı açısından bir ikileme sürüklemektedir. Örneğin, İlisu’da bu bedel, tarih, kültürel miras ve çevre, İkizdere’de çevre ve kültürel miras olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, orta ve uzun vadede ulusal ve toplumsal çıkarlar göz önüne alınarak bu projeleri değerlendirmek en rasyonel yoldur. Çünkü enerji insan yaşamının olmazsa olmazıdır ve ülkemizin enerji açısından büyük ölçüde dışa bağımlı olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla, bir alternatif sunulmadan, bir çıkış noktası gösterilmeden, nükleer, hidrolik veya termik bazlı olsun, enerji projelerine karşı durmak elbette ki bir çözüm yolu olarak görülemez. Aksi halde, kentlisinden köylüsüne gelecekte tahayyül dahi edilemeyecek olumsuz sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmaz bir sonuçtur”
“Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı tarafından uygulamaya konulan ve sayıları binlerle ifade edilen mikro-enerji projeleri enerji açığının kapatılmasına yönelik oldukça olumlu bir yaklaşım” olduğunun da altını çizen Gürsel Engin, “Çünkü, bu projeler, iyi planlandığı ve yerel toplum ve yönetimlerin mutabakatıyla uygulamaya konulduğu zaman, yukarıda ifade edildiği gibi bir ikilemin yaşanması söz konusu değildir. Bu mikro projelerle, çevre, toplum ve enerjinin aynı anda kazanması pek ala mümkündür” dedi.
//“ÇEVRE ETKİ DEĞERLENDİRMELERİ YAPILMAMIŞ!
Çok sayıdaki projeyi bu kadar kısa sürede hazırlayıp uygulamaya koymanın, bu projelerin bir çoğunun fizibilite ve Çevre Etki Değerlendirmeleri (ÇED) açısından çok yetersiz kalmasına neden olduğunu da belirten Engin, “Çevresel etkileri yeterince irdelenmeden uygulamaya konulmaya çalışan bu projeler, hem toplumsal hemde çevresel anlamda yıkımları beraberinde getirmeye gebedir. Bu yıkımların son örneklerinden birisi Tortum İlçesi Serdarlı Beldesinde yaşanmaktadır.. Bilindiği gibi Tortum İlçesinde yerleşimler dar ve oldukça sert topoğrafyaya sahip vadiler boyunca sıralanmıştır. Bu haşin topağrafik yapı nedeniyle Tortum İlçesi, ülkemizdeki erozyon yoğunluğu sıralamasında ikinci sırada yer almaktadır. Buda, bu bölgenin ne kadar kırılgan bir ekolojiye sahip olduğunun en bariz göstergelerinden birisidir. Bu vadiler boyunca akan çay güzergahlarında oluşan yüksek kot farklılıkları, şüpesiz yenilenebilir enerji üretimi için önemli bir potansiyel oluşturmaktadır. Bölgenin ekonomik üretim düzeyi göz önüne alındığında, elde edilecek enerjinin önemli bir katma değer yaratacağı aşikardır. Ama bu enerjiyi üretmeye yeltenirken çevreyi ve toplumu yok saymak, teknik ve toplumsal barış anlamında geçerli bir yol değildir.” diyerek, yaşanan ve yaşanacak sıkıntılara dikkat çekti.
//DOĞALLIĞIN MUHAFAZA EDİLDİĞİ ENDER YER
Serdarlı Beldesinin de yer aldığı vadide oluşmuş olan ekosistem, ülkemizde doğallığını muhafaza edebilmiş ender ekolojilerden birisi olduğunu söyleyen Gürsel Engin daha sonra şunları söyledi: “Tarımsal üretim sistemi geleneksel yapısını büyük ölçüde muhafaza etmiş teknoloji kullanımı ve mekanizasyon çok düşük düzeyde kalmıştır buna bağlı olarak da kırsal miras büyük ölçüde korunmuştur. Tarıma elverişli alanların yetersizliği nedeniyle yoğun bir göç vermiş olan belde, göç eden insanlar içinde bir cazibe merkezi olma vasfını büyük ölçüde sürdürmüştür. Bir diğer pozitif olgu da, biyo çeşitliğin bozulmadan korunduğu, kafkas üçgülü gibi, küresel anlamda ekonomik değeri olan endemik türleri bünyesinde barındırıyor olmasıdır. Hali hazırda, doğada yok olmuş, sadece bitki gen bankalarında muhafaza edilebilen bir çok meyve türüne in-situ (yerinde koruma) muhafaza alanı olarak hizmet etmeside gözden ırak tutulmamalıdır. Avrupa Birliğinin benimsemiş olduğu son Ortak Tarım Politikaları (CAP) kapsamında, biyo-çeşitliliğin ve kırsal mirasın korunmasına çok büyük bir önem atfedilmiş ve Doğal Değeri Yüksek Tarımsal Alanlar (High Nature Value Farming) diye adlandırılan ve kırsal alanda biyo çeşitliliğin ve kültürel mirasın korunmasını hedefleyen bir program geliştirmiştir. Bu program kapsamında, geleneksel yapısını muhafaza ederek biyo çeşitliliğin korunmasını ve kırsal mirasın nesilden nesile aktarılmasını sağlayan ekosistemlerde yaşayan çiftçilerin bu yaşam tarzlarını devam ettirebilmeleri için desteklenmesini öngörmektedir. Ülkemizde de, Doğal Değeri Yüksek Tarımsal alanlara ilişkin kriterler ve bu kriterleri sağlayan ekosistemler üzerine ön araştırmalar yapılmıştır. Bu çalışmada, Tortum vadilerinde yer alan yerleşimler, bu kriterleri en üst düzeyde sağlayan alanlar olarak belirlenmiştir. Bu durum, mevcut sistemin bozulmadan muhafaza edilmesi halinde, bu bölgenin gelecekte AB ve uluslararası fonlardan önemli katkılar alabileceğinin göstergesidir” dedi.
//ÖNCEKİ UYGULAMALAR KORKUTUYOR!
Yerel yönetimler ve üreticiler, bu yörede hidrolik enerji üretimine yönelik olarak geliştirilen projelere topyekun karşı durmanın, yapıcı bir yaklaşım olmadığının bilincindedirler. Ancak daha önce benzer mantaliteyle hazırlanıp uygulamaya konulmuş olan projelerin çevre ve kırsal yaşam üzerinde oluşturdu negatif etkiler kaçınılmaz olarak yöre insanını tedirgin ettiğini belirten Engin sözlerini şöyle sürdürdü, “söz konusu ekosistemler, dar vadi yamaçlarında yer alan küçük su kaynakları ve pınarların beslediği ve kendine özgü flora ve faunaya sahip mikro çevrelerden oluşmuştur. Çevresel etkileri göz önüne alınmadan alelacele hazırlanmış projeler bu ekosistemleri besleyen kaynakları kurutmakta ve zaman içerisinde onarılamaz bir çevresel tahribat oluşturmaktadır. Yine, bilim tabanlı verilere dayandırılmadan akarsu debilerinin azaltılması, başta yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan yöre özel gökkuşağı alabalığı türü olmak üzere bir çok su canlısının ve suya bağlı olarak oluşmuş olan vejetasyonun yok olmasına neden olacaktır. Kırsal toplum, mevcut projelerin, salt kar amaçlı olarak hazırlandığının, yatırım masraflarını kısmak için çevre boyutunun görmezden gelindiğinin farkındadır. Çok sınırlı imkanlara rağmen, kendi içlerinde oluşturdukları sistemlerle koruyup bugüne taşıdıkları yaşam ortamlarının, özel firmaların kar marjlarınıın yükseltilmesi uğruna bir anda tahrip edilmesine karşı çıkmaları anlayışla karşılanmalıdır. Zaten, yerel halka ve çevreye rağmen uygulamaya konulacak bu projelerin sürdürülebilir olması beklenemez. Sonuç olarak, mevcut projelerin yeniden gözden geçirilerek, çevreyi tahrip eden değil onu koruyup geliştiren ve bütün paydaşların üzerinde konsensüs sağladığı bir bir yapıya dönüştürülmesi nihai ve kalıcı bir çözümün anahtarı olacaktır”