Niyetim haftada bir yazmaktı.
Öyle söz vermiştim kendime.
Ama bazen insan öylesine ilginç olaylarla karşılaşıyor ki, bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını kamuoyu ile paylaşmaktan, dolayısıyla da yazmaktan alamıyor kendisini.
***
Geçen akşam Cemiyet Başkanımız (Erzurum Gazeteciler Cemiyeti) sevgili Kadir Sabuncuoğlu ile sohbet ettiğimiz sırada cep telefonunun zili çaldı.
“Erzurum” dendiğinde tüm duygularının ayağı kalkıp, galeyana geldiğini bildiğim bir “abide”, bir “ortak dost” arıyordu kendisini.
***
İstanbul’da, Taksim’de geçtiğimiz günlerde tanıklık ettiği 2011 Dünya Üniversiteler Kış Oyunları Meşalesi’nin Ateşlenmesi Töreni’nde tanıklık ettiği ve birebir yaşadığı olumsuzluklar etkilemiş kendisini.
“Keşke orada olsa da yaşanılan rezaleti siz de görseydiniz. Bir Erzurumlu olarak belki benden daha fazla üzülürdünüz” diyen o dost, “merhaba, ne var, ne yok” faslının ardından başladı anlatmaya...
***
Anlattıklarının yazılmasını istiyor, isminin deşifre edilmesine ise “şimdilik” kaydıyla rıza göstermiyor, bunun sebebini de “Bu yaşta artık kimselerle tartışmaya girmek istemiyorum. Gereksiz polemikler yoruyor beni” diye açıklıyordu.
Gerek Kadir Abi, gerekse benim saygı duyup, sevdiğimiz bir insandı, telefonun öte ucundaki sesin sahibi.
***
Erzurum’u çok sevdiğinibildiğimiz ve asla kötü bir niyet gütmeden değerlendirmelerini yapacak olgunlukta gördüğümüz o değerli insanın sözlerine, bu nedenle pür dikkat kesilerek kulak verdik.
Bir “tesadüf” sonucu İstanbul’da yapılan ve her Erzurumlu’yu çok yakından ilgilendiren böylesi bir etkinlikten haberi olmuş.
“Beni davet etmediler, bu nedenle gitmem” kibrine kapılmadan, yanına oğlunu da alarak tutmuş Taksim’in yolunu.
İsterseniz bundan sonrasını kendisinden dinleyelim:
***
Taksim’e vardığımızda orta yerde son derece gösterişli bir platform çarptı gözümüze.
Üstünde genç ve güzel bir kız, yoldan gelip, geçenleri meşale yakma etkinliğine davet ediyor, kısacası ‘çığırtkanlık’ yapıyordu.
İlk garibime giden bu tablo oldu. Sesin sahibine ve platforma dönüp bakanlar durmuyor, yollarına devam ediyorlardı.
Sözde bir etkinlik var gibiydi de, bu etkinliğe ilgi gösteren kimse yoktu maalesef.
Birkaç Erzurumlu göze çarpıyordu sadece ve o Erzurumlular’ın sayısı da bir elin parmaklarını geçmiyordu ne yazık ki.
Az sonra, Oyunlar Koordinatörü olduğunu öğrendiğimiz Bekir Korkmaz gözüktü ortada.
Meğer Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak Taksim’deki kafelerden birisinde oturuyormuş. Çevremizdeki insanları, ‘Haydi gelin sayın bakanımıza bir hoşgeldiniz’ diyerek kafeye davet ediyordu.
Nezaketen bu daveti kabul eden ve ‘hoşgeldiniz’ demeye gidenler oldu.
Sonrasında güya tören başladı.
Gözlerim çevrede Erzurumlular’ı arıyordu, ama birkaç tanıdık simanın dışında kimseyi görmek pek de mümkün olmadı.
Oysa hepimiz oyunların Erzurum’un ve Palandöken’in tanıtımı açısından ne kadar önemli olduğunun farkındaydık.
Meşalenin ilk ateşlendiği yer olan Taksim’de büyük bir kalabalık toplanmalı, İstanbul’daki binlerce Erzurumlu o kalabalığın içerisinde yerini almalıydı.
Maalesef halk yoktu.
Sadece halk değil...
Erzurum Milletvekilleri, yeni ve eski siyasetçiler, sporcular, bilim insanları, sanatçılar, Erzurum Valisi, Büyükşehir Belediye Başkanı, Atatürk Üniversitesi Rektörü, bürokratlar, işadamları, sivil kitle örgütleri ve temsilcileri...
Onlardan da kimseyi görmek, bulmak, dolayısıyla merhabalaşmak ve bu heyecanı ortaklaşa yaşamak mümkün değildi.
Haydi geçtik bütün bunları!
İstanbul’da, Taksim’de dadaş neredeydi?
Bayrağı taşıması gereken Nenehatun’un torunları neredeydi?
Neredeydi davul, neredeydi zurna, neredeydi bar?
Siz istanbul veya bir başka şehirde davul, zurna olmadan Erzurum’un adını nasıl duyurabilirsiniz?
Doğrusu büyük üzüntü içindeydim. ‘Keşke o ucube meşale yakma merasimine gelmese de, bu hazin tabloyu görmeseydim’ diyordum kendi kendime.
Ama gelmiş, görmüş ve ziyadesiyle de etkilenmiş, üzülmüştüm.
Gördüklerim, yaşadıklarım hayrete düşürmüş, içimi burkmuştu adeta.
Bu nasıl bir tabloydu?
Böyle mi olmalıydı tanıtım, böyle mi olmalıydı etkinlik!
Erzurum’a, Erzurum’un adına yakışıyor muydu bütün bunlar?
Yapılan masrafa, harcanan paraya yazık değil miydi? Sonuçta o para bizim, hepimizindi. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardı içinde.
Kimse, hesapsız, kitapsız adım atmamalı, hele de Erzurum’un adını böylesine küçük, böylesine rezil etmemeliydi.
Ama rezil olmuştuk açıkcası.
Umutlu değilim, beklemiyorum ama, umarım bu skandalların bir hesap soranı olur.
Öfkem büyük, tabi üzüntüm de.
Sizleri arayıp, içimi dökmek istedim. Bu anlattıklarımı yazın ve Erzurumlular’la paylaşın, paylaşın ki insanlar oyunlara, dağa, yatırımlara ve şehre, şehrin de o güzel adına sahip çıksınlar.
***
Bu iyiniyet temennisine Erzurumlu olan, ya da Erzurum’da yaşayanlar kulak verip, şehre sahip çıkar ve “sorumsuz sorumlular”dan hesap sorulması adına gayret gösterirler mi bunu bilemem de...
Varsayalım ki, birileri hareketlendi!
E bu saatten sonra harekete geçilse ne olur, geçilmese ne fark eder!
Atı alanların çoktan Üsküdar’ı geçti bile.
Bu saatten sonra her türlü beceriden ve görgüden yoksun olduğuna inandığım Bekir Korkmaz ile “sıradışı ekibi” açısından, alınacak “en radikal karar”ın bile artık bir anlamı olmayacaktır!
***
Kaldı ki...
Suyu bulunmayan dağın başına göletin yapıldığı...
Sağa-sola dönüşü olmayan ve Dadaşkent’e varmadan onlarca metrelerce öteye “şaşkın kavşağın” dikildiği...
Profesyonel futbol takımının küme düşmesine seyirci kalan ve hatta teşvik edenlerin, sıra devletin parasıyla yapılan “devasa stadyum” ile övünüp, caka sattığı...
Kışın ortasında yol ve kaldırım yapıp, asfalt dökenlere de “siz ne yapıyorsunuz?” diyen kimsenin çıkmadığı Erzurum’da hiç bir şeyi kendine dert edinmeyenler...
Yani şehrin ahalisi...
2011 Oyunları’nın İstanbul ve diğer şehirlerdeki tanıtımı dadaşsız, davulsuz, zurnasız olmuş.
Bunu mu dert edinecek?
Başka işi mi yok insanların!
DADAŞTV HABER YORUM
ÖZTÜRK AKKÖK YAZDI...